1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

01.04.2005 - Avrupa basınından özetler...

Derleyen: Elmas Topcu1 Nisan 2005
https://p.dw.com/p/Abr6

Alman ve diğer Avrupa basınında bugün, 15 yıllık bitkisel hayattan sonra dün yaşamını yitiren Amerikalı Terri Schiavo olayı ve Avrupa Birliği’nin Çin’e uyguladığı silah ambargosunun kaldırılması tartışmaları damgasını vuruyor. Alman Süddeutsche Zeitung gazetesinde, aileleri birbirine düşüren Terri Schiavo’nun ölümünü yorumluyor:

“Terri Schiavo, dün Amerikan saati ile saat 10 sularında öldüğünde, hastanenin önünde 13 gündür gösteri yapan, bağırıp çağıran topluluk sessizliğe boğuldu. Günlerdir süren tartışmalar nihayet sona ermişti. Göstericilerin anlayamadığı, nasıl olup da bir eşin, devletin ve bir adalet sisteminin 15 yıldır bitkisel hayatta olan birini açlığa ve susuzluğa mahkum ederek ölüme terketmesi. Terri Schaivo’nun Katolik olan anne ve babası, kızlarının sunni yollarla beslenmesi ve cihazlara bağlı da olsa hayatta kalması için mücadele ederken, eşi 15 yıllık işkenceye son verip karısının onurlu bir biçimde ölmesi için çaba harcadı. “

Badisches Tasgesblatt ise konu ile ilgili yorumunda ölümün de yaşamın bir parçası olduğu gerçeğini kabullenmemez gerektiğini yazıyor:

“Bir insan, doğal yollardan beslenemediği ve cihazlara bağlı hayatta kaldığı sürece, yaşıyor sayılmaz mı? Ya da tıbbın tüm imkanları kullanılıp, her ne pahasına olursa olsun, insan hayatta tutulmamalı mı? İnsanın yaşamı ile ölümü hakkında karar verirlirken sınır nerede? Tüm bu sorulara verilecek ortak bir yanıt yok maalesef. Yanıt bulamamamızın en büyük nedeni de ölümün hayatın bir parçası olduğu gerçeğini kabul edemeyişimiz.”

Lübecker Nachrichten gazetesinde yer alan yorumda da konu yine Terri Schiavo. Gazete, bir insanın hayatı ile ilgili karar vermenin ne kadar zor olduğuna dikkat çekiyor:

“Uzun ve acı dolu bir ölüm, kamera ve mikrofonların eşliğinde ve tüm dünyanın gözleri önünde sona erdi. Terri Schiavo öldü, hem de kötü bir biçimde. Schiavo, açlığa ve susuzluğa mahkum edilerek öldü. Yasal durum, 15 yıldır bitkisel hayatta olan hastanın, onurlu bir biçimde ölmesini engelledi. Umarız, suni gıdanın kesildiği son günlerinde Schiavo derin bir komaya girmiştir de acı hissetmemiş ve çevresinde olanları algılamamıştır. Schiavo olayı, politik ve dini tartışmalara malzeme edildi. Koma hastalarının ölmesine izin verilmeli mi, yoksa onları ne pahasına olursa olsun hayatta tutmalı mu? Bu soruya yanıt veremeyeceğimizi unutmuşuz. Schiavo benzeri olaylar tüm dünyada yaşanıyor, hem de sıkça. Böylesi bir durumda, yaşamla ölüm arasında karar veren hakim olmayı istemezdim doğrusu.”

Brauschweiger Zeitung gazetesi ise günlerdir ölümü ile yaşamı arasında sıkça tartışılan ve dünyayı ikiye bölen Schiavo olayına atıfla, insanın başına henüz bir kaza gelmeden, komaya girmesi halinde ne yapılacağı yönünde resmi bir vekalet hazırlaması gerektiğine dikkat çekiliyor:

“Hiç kimse, Terri Schiavo’nun kendisi hakkında ne tür bir karar verilmesini istediğeni bilemedi. Asıl belirleyici olan, insanın geleceği ile ilgili olarak önceden, özgür bir karar almış olması. Yoksa ailesi ile yakınları ya da politik çevrelerin oyuncağı haline geliyor. Bu durumu engellemek için sağlıklı iken “günün birinde bitkisel hayata girersem hakkımda şöyle karar verin” diye resmi bir belge hazırlamak lazım. Tabii bunun için de çok önceden yaşamımızın o sorunsuz gittiği güzel günlerinde, ölüm konusunda kafa yormak gerek. Terri Schiavo olayı bize bunu hatırlattı.”

Hollanda’nın Lahey kentinde yayımlanan Trouw gazetesi de Schiavo olayında olduğu gibi, bazı karar verilmesi güç durumlarda kimi insanların kafirmiş gibi gösterilmesini eleştiriyor:

“Terri Schiavo’nun suni olarak hayatta tutulmasına son vermek isteyenler inançsız gibi gösterildi. Bu anlamda tartışma tamamen yanlış yürütüldü. Öte yandan, bir de mahkemeden mahkemeye dolaşan bir karar var. Schiavo benzeri olaylarda muhafazakar politikacılar, ahlaki değerleri savunarak gelişmeleri kendi çıkarları için kullanmamalı.”

Danimarka’da yayımlanan sol eğilimli Information gazetesi de Schiavo’nun ölüm sürecini eleştirel bir biçimde değerlendiriyor:

“Terri Schiavo, Florida’da bir bakım yurdunda onursuzca öldü. 1990 yılından beri çevresindeki olayları algılayamayan genç kadın Katolik kiliseleri, kürtaj karşıtı sağcı gruplar, muhafazakar politikacılar ve kazanç peşinde koşan televizyon kanallarınca sömürüldü. Schiavo, konuşamadığı için tüm bu gruplarca oraya buraya çekiştirildi ve ailesinin paramparça edilişini bir tiyatro gibi izledik.”

Alman basınında gündeme damgasını vuran diğer bir olay da Avrupa Birliği’nin Çin’e uyguladığı silah ambargosunun kaldırılması tartışmaları. Konu ile ilgili Bayrischer Rundschau gazetesindeki yorum şöyle:

“Almanya Başbakanı Gerhard Schröder ve Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac neler yapıyor? 1989’dan beri uygulanan ambargonun kaldırılması için neden bu kadar çabalıyorlar? İzledikleri politik çizgi ile ABD Başkanı’na karşı bir tutuma giriyorlar. Bunda Çin ekonomisinin ve pazarının gücünü keşfetmiş olmalarının da rolü büyük. İyi de unuttukları bir gerçek var: Çin’deki büyüme dünya çapında bir krize neden açabilir. Öncelikle Çin endüstrisinin enerji ihtiyacı ürkütücü ve Çin halkının büyük bir kısmının hala fakirlik sınırının altında yaşadığı da biliniyor. Almanya Başbakanı, silah ambargosunu kaldırmaya çalışmakla Çin’e iyilik yapmaya çalışıyor, ancak Çin’in silahlanmaya yönelebileceği ihtimalini de gözden kaçırmamalı.”

Avrupa Birliği’nin Çin’e uygulanan silah ambargosunu kaldırma tartışmaları Freie Presse adlı gazetedeki bir yorumda da şöyle değerlendiriliyor:

“Çin’e 1989 yılından beri uygulanan ambargonun kaldırılması için öne sürülen nedenler yeterli değil. Evet, Çin dünyaya kapılarını araladı, bu doğru. Ticaret hacmi artıyor, ekonomisi hızla büyüyor. Öte yandan, Çin’de insan hakları konusunda iyileşme olmadı. Pekin yönetimi, Tayvan’a karşı tehditler savurmaya devam ediyor. Almanya Başbakanı Schröder, bu gerçekleri yokmuş gibi gösteremez. Schröder’in, BM Güvenlik Konseyi’nde daimi üyelik almak için çaba harcaması ve bunun için de Çin’in desteğine olan ihtiyacı bir gerçek, ama ödenecek bedel bu kadar ağır olmamalı?”