1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

01.07.2004 - Avrupa basınından özetler...

Derleyen: Murat Çelikkafa1 Temmuz 2004
https://p.dw.com/p/AbuC

İstanbul’daki NATO Zirvesi çerçevesinde kulislerde gündeme gelen Türkiye’nin AB üyeliği konusuna destek veren liderler arasında Almanya Başbakanı Gerhard Schröder ve ABD Başkanı George Bush’un da yer alması, Alman muhalefeti içinde farklı tepkilere yol açtı. Birlik Partileri’nden iki önde gelen politikacının Alman basınına yansıyan Türkiye ile ilgili değerlendirmeleri oldukç ilginç...

Birlik Partileri Federal Meclis Grup Başkan Vekili Wolfgang Schäuble, Düsseldorf’ta yayımlanan Handelsblatt adlı ekonomi gazetesine verdiği demeçte, Türkiye’nin AB üyeliği için kulis yapan ABD’yi eleştiri yağmuruna tutuyor:

“Türkiye’nin üyeliği, AB’nin, halk nezdindeki meşuriyetini kaybetmesine neden olur. Bu da gerçek bir siyasi birlik oluşturma şansını önemli ölçüde azaltır” diyen Schäuble, bu durumun Türkiye’nin de çıkarına olamayacağını savunuyor. Amerikan Başkanı Bush’un, Türkiye’nin üyeliği için lobi çalışması yapmasını da eleştiren Hristiyan Demokrat politikacı, “Biz, ABD’nin Meksika ile olan ilişkilerine karışmıyoruz” ifadelerini kullanıyor. AB’nin amaçladığı ‘siyasi birliğin‘ Amerika’da hayal dahi edilemeyeceğini ifade eden Wolfgang Schäuble, Washington yönetiminin, AB’nin işleyiş ve hedeflerini tam olarak anlayamadığını öne sürüyor. Schäuble, bundan böyle Alman Federal Meclis’in de AB’nin genişleme sürecinde söz sahibi olması gerektiğini vurguluyor.

Bir başka Birlik Partili politikacı olan Manfred Weber ise Schäuble’nin aksine, AB ve Türkiye tartışmalarının yerinin Federal Meclis değil, Brüksel ve Strasbourg olduğu görüşünde. Passauer Neue Presse adlı gazeteye bir demeç veren Hristiyan Sosyal Birlik Partisi Bavyera Gençlik Örgütü Başkanı ve Avrupa Parlamentosu’nun çiçeği burnunda milletvekili Weber, bu bağlamda Türkiye ile ilgili iç politik tartışmaları da yersiz buluyor.

“Avrupa ile ilgili sorunların ulusal meclisler yerine Brüksel ve Strasbourg’da ele alınması gerektiğini partimiz artık kavramak zorundadır” diye konuşan Manfred Weber, acı da olsa bu gerçeğin artık görmezden gelinemeyeceğini belirtiyor. Hristiyan Sosyal Birlik Partili politikacı, “Ben kişisel olarak Türkiye’nin üyeliğine karşıyım. Ama böyle tartışmalar, demokratik bir ortamda Avrupa Parlamentosu’nda yapılmalıdır. Seçmenler, milletvekillerini bunun için Avrupa Parlamentosu’na gönderiyor” ifadelerini kullanıyor.

Irak’ın devrik lideri Saddam Hüseyin’i bekleyen yargı süreci ile ilgili değerlendirmeler, gazetelerde geniş bir şekilde ele alınıyor. Almanya’nın başkenti Berlin’de yayımlanan Der Tagesspiegel, Saddam’ı yargılayacak mahkemenin büyük bir sorumluluk üsteleneceği görüşünde. Gazete, dava sonucunun, Ortadoğu’daki diğer liderler için de bir uyarı niteliğinde olacağını savunuyor:

"Saddam’la ilgili dava, yeni Irak yönetimi tarafından hukukun üstünlüğü ve adalete dayalı bir yargı sürecinin garanti edilip edilemeyeceğinin de bir kanıtı olacaktır. Mahkeme salonundan yapılacak televizyon yayınlarının, bölgedeki siyasi gelişmelere de etki edeceği muhakkak. Gerçi mahkeme, Saddam gibi aşırı despot bir Arap lideri yargılayacak ama diğer Arap ülkelerinde de benzer sert yöntemlere başvuran liderler var. Sanık sandalyesindeki Saddam’ın yüzüne baktıkları zaman, Esad, Mübarek, Kaddafi ve Abdullah gibi liderlerin bir parça rahatsızlık duymaları da ihtimal dahilinde.”

Münih’te çıkan Abendzeitung da yorum sütununda aynı konuyu işliyor. Saddam’ın yargılanmasının ‘oldu bittiye‘ getirilmemesi gerektiği vurgulanan yorumda, bunun doğurabileceği sakıncalara da dikkat çekiliyor:

“Doğru: Diktatör Saddam yargılanmalı. Ancak bu adil bir mahkeme tarafından Irak’ta yapılmalı. Davanın sonunda belki Saddam’ın yaşamı tehlikeye girebilir, yani idam kararı çıkabilir. Ancak hayatından endişe etmesi gereken başkaları da var; hakimler, savcılar, avukatlar ve tanıklar. Terörün gündelik hayatın bir parçası haline geldiği bir ülkede yargı barışı beklemek hayalcilik olur. Ayrıca, delillerden tutun da korumalara ve hatta verilecek cezaya kadar, herşey Amerikalılar’ın denetiminde. Burada adli bağımsızlıktan da sözedilemez. Hukuk devleti ve demokrasi, kamyonlarla ülkeye getirilen birer ithal ürün değildir. Olgunlaşarak gelişen değerlerdir ve bunun için de zamana ihtiyaç vardır. Bu süre sonunda ise sözü edilen değerler, barışa katkı sağlar ve birleştirici olur. İşlerin aceleyle yapılmaya çalışılması, kaostan başka birşey getirmez.”

İngiltere’nin başkenti Londra’da yayımlanan The Times gazetesi ise Saddam Hüseyin’in yargı sürecininin mümkün olduğunca kamuya açık yapılması gerektiğini savunuyor:

“Ne kadar olumsuz etkileri olursa olsun, televizyon kameraları mahkemede salonunda gelişen olayların her saniyesine tanıklık etmeli. Burada en ufak bir sansür girişimi dahi olmamalı. Gerçi bu Saddam Hüseyin’e, propanganda yapma fırsatı da verecektir. Ama diğer yandan mahkeme, gerçekleri ortaya çıkarma ve uzlaştırma komisyonu işlevini de görebilir ve milyonlarca insan bu sayede Irak ile ilgili gerçekleri tüm ayrntılarıyla öğrenebilir.”

Paris’te çıkan Le Monde adlı Fransız gazetesinde, ABD - Fransa ilişkilerine dair bir yorum yer alıyor. Gazete, ABD ile Irak konusunda giriştiği mücadelede Fransa’nın bir yandan geri adım attığını, ancak diğer yandan da muharebeye devam ettiğini vurguluyor:

“ABD’nin Irak’ta iki amacı var: Buradaki işgal eylemine uluslararası meşruiyet kazandırmak ve Irak’ta görev yapan Amerikan askerlerinin bir bölümünün yerine NATO güçlerini idame etmek. Fransa, BM’in ilgili karar tasarına verdiği destekle ilk noktada geri adım atmış oldu. İkinci noktadaki direnişi ise sürüyor. Ancak, er ya geç NATO’nun Bağdat’ta etkin bir rol almasının kaçınılmaz olduğunun ve bunu engellemeyeceğinin de bilincinde. Chirac‘ın, ‘bağımsız‘ Irak’ın yeniden imarına katkıda bulunmayı reddediyor olması ise kendisiyle çelişkiye düşmek istemeyişinden.”