1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

TÜR 0310 Presseschau 2

3 Kasım 2010

Avrupa gazetelerinden, ABD'deki seçimleri, İslam ülkelerindeki Hristiyanların durumunu, Almanya'nın Avrupa politikasını ve Fransız - İngiliz askeri işbirliğini konu alan yorumları derledik.

https://p.dw.com/p/Px6l

Viyana’da yayımlanan Der Standard adlı Avusturya gazetesinin ABD’deki Kongre seçimlerini konu alan yorumunda Obama’nın konuşmalarının artık seçmene tesir etmediği vurgulanıyor:

“Tamam, feci bir miras devraldı. Ona itirazımız yok. Meşum başkan George W. Bush ve çetesi, ABD’nin yapısında zaten var olan kırıkları daha da azdırmıştı. Dünyanın en hızlı bilgisayarı artık ABD’de değil Çin’de duruyor. Obama, ABD’nin geçirmek zorunda olduğu köklü sistem değişikliğini halka anlatmayı halâ başaramadı. Aylarca tereddüt içinde bocaladıktan sonra yaptığı konuşmalar artık Amerikalılarla tesir etmiyor. Ortadoğu’yu bir yıl içinde barışa kavuşturacağını söyleyerek, dış politika enerjisini mümkün olmayan şeylere harcamış oluyor. Cumhuriyetçiler oylarını arttırıp yasamayı ellerine geçirseler ve Obama’ya topyekun siyasi savaş ilan etseler de, ABD başkanı halkın desteğiyle etkili bir yönetim sergileyebilir. Ama bunun için, siyasi hedeflerinin doğruluğuna Amerikalıları ikna etmesi gerekir.”

Madrid’de yayımlanan İspanyol gazetesi ABC’nin Irak’taki bir Katolik kilisesinde işlenen katliamı konu alan yorumuyla devam ediyoruz:

“El Kaide teröristlerinin Bağdat’taki Hristiyan kilisesini kana bulamaları münferit bir hadise değildir. Müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu ülkelerde Hristiyan’lar saldırıya maruz kalmaktadır. Fas’ta sınır dışı edilmekte, Türkiye’de tehditlere hedef olmakta, Hindistan, Pakistan, Endonezya ve Nijerya’da katledilmektedirler. Hristiyan nefretinin haritası hızla genişliyor. İslam köktendinciliğinin yayıldığı ülkelerde Hristiyan düşmanlığı da artıyor. Batı demokrasileri ise, İslam’a tanıdıkları din özgürlüğünü Hristiyan kiliseleri için de istemek yerine susmayı tercih ediyorlar.”

Varşova’da yayımlanan Gazeta Wyborcza gazetesi, Almanya ve Polonya dışişleri bakanlarının Belarus’u birlikte ziyaret etmelerini konu alan yorumunda şu görüşlere yer vermiş:

“Beyaz Rusya’da 15 yıldır devlet başkanı Aleksander Lukaşenko’nun borusu ötüyor. Bağımsız medya faaliyetini yer altında sürdürmek zorunda. Muhalefet temsilcilerinin milletvekili olma şansı yok. Rejimin değişmesi Lukaşenko hakimiyetinin sona ermesi anlamına gelir. Bu nedenle de ülkeyi gerçekten demokratikleştirmek yerine göstermelik reformlarla zaman kazanıyor.

Dışişleri bakanlarının bu ülkeyi birlikte ziyaret etmeleri, Polonya ve Almanya’nın Avrupa’nın doğu politikasını birlikte şekillendirmek istemelerinin göstergesidir. Avrupa Birliği’nin en büyük ülkesi olan Almanya’nın doğu Avrupa’da önemli çıkarları söz konusu. Çıkarlarını farklı yorumlayan Polonya ise bölgede tek başına değil de Almanya ile birlikte hareket ettiği takdirde başarılı olabilir.”

Sol liberal Danimarka gazetesi Information Almanya Başbakanı Angela Merkel’in Avrupa Birliği’ndeki rolünü mercek altına aldığı yorumda Berlin’in Avrupa mali politikalarında son sözü söylemek istediğine dikkat çekiyor:

“Almanlar kağıt üzerinde Avrupalı olabilirler. Ama keselerine dokunduğunda, komşularına homurdanmayı da bilirler. Bayan Merkel son zirvede elde ettiği sonuçla, kendi halkına, koalisyon ortağına, Fransa gibi endişeli ortaklarına ve İspanya, İrlanda ve İtalya gibi bütçesi sallantıdaki ülkelere önemli bir mesaj vermiş oldu: Avrupa ekonomisinin iyi işlemesinin ortak bir proje olmaktan çıkmadığı, mesajını. Ama bu, kronik borç ülkelerinin mali politika sorumsuzluğuna tek başına kefil olacağı anlamına gelmez.”

Son yorumu yine Avusturya basınından, bu kez Die Presse gazetesinden aktarıyoruz. Yorumda, İngiltere ile Fransa arasında kararlaştırılan askeri işbirliği ele alınıyor:

“Cameron – Sarkozy buluşması, Fransa ile İngiltere’nin, aralarındaki anlaşmazlıkları ortadan kaldırıp bundan böyle can kardeşi olmalarını öngören 1904 tarihli ‘samimi birlik' anlaşmasını hatırlattı. Nitekim bu anlaşma birinci ve ikinci dünya savaşlarıyla 1956 Süveyş krizinde gayet iyi işlemişti. Ortak tugay kurulması, uçak gemilerinin birlikte kullanılması, nükleer silah ve denizaltı teknolojisinde işbirliği yapılması büyük proje izlenimi veriyor.

Ama bu siyasi çerçevenin sağlamlığını gözde büyütmemek gerekir. 1998 yılında da Chirac ile Blair arasında askeri işbirliği kararlaştırılmış ve kağıt üzerinde kalmıştı. Kıssadan çıkarılacak hisse şu ola: “Savaş durumunda sahip olmadığın kılcı başkası sana isteyerek vermez.”


© Deutsche Welle Türkçe


Derleyen: Ahmet Günaltay

Editör: Beklan Kulaksızoğlu