1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

13.09.2004 - Avrupa basınından özetler...

Derleyen: Tuba Tuncak13 Eylül 2004
https://p.dw.com/p/AbtO

Yunanistan Başbakanı Kostas Karamanlis, haftasonu yaptığı açıklamada, Türkiye’nin, AB üyelik çabalarına destek verdiklerini söyledi. Frankfurter Allgemeine gazetesinin konuyla ilgili yorumu:

”Yunanistan Başbakanı Karamanlis ile muhalefet lideri Papandreu, Türkiye’nin üyeliği için AB içinde, en çok çaba gösterenler arasında yer alıyor. Gerçekten son beş yıldır Türk - Yunan ilişkilerinde, pekçok şey değişti. İki başkentin birlikte konuşur ya da birbirlerinden söz ederken kullandıkları ses tonu yumuşadı, medenileşti. Başbakan Erdoğan, geçen mayıs ayındaki Yunanistan gezisi sırasında, Batı Trakya’daki Türk azınlığı da ziyaret etti. Böyle bir ziyaret, Andreas Papandreu’nun başbakanlığı döneminde, hayal bile edilemezdi. Ancak Yunan politikacıların Türkiye’ye yönelik olumlu yaklaşımına halk da katılıyor mu? Yorgo Papandreu, Türkiye’ye verdiği desteğin partisi içindeki çoğunluğun görüşünü yansıttığını ve halkın Türkiye’ye bakışının olumlu anlamda değiştiğini savunuyor. Başbakan Karamanlis de halkın çoğunluğunun, politik ve coğrafi çıkarları gereği, Türkiye’yi bir Avrupa ülkesi gibi davranması konusunda teşvik etmekten yana olduğunu öne sürüyor. Kısacası iki poltikacı da tüm Yunanlar'ın, Türkiye’nin Kopenhag engelini aşması için desrek vermek istediğini söylüyor. Ama bunun, gerçekleri tam olarak yansıtmadığının farkındalar.”

Gazete, Yunanistan’da muhafazakar kesimin ve Ortadoks kilisesi temsilcilerinin Türkiye’nin üyeliğine hala şüphe ile yaklaştıklarını vurguluyor. Düsseldorf’ta yayımlanan Handelsblatt da Türkiye - AB ilişkilerini konu ediyor. Yorum şöyle:

”6 Ekim’de Türkiye’nin müzakere tarihi alabilmek için siyasi kriterleri yerine getirip getirmediğine karar verilecek. 1993’te formüle edilen bu kriterler, demokrasi ve hukuk devleti düzeniyle insan ve azınlık haklarının korunmasını öngörüyor. İslam konusu bu bağlamda, Türkiye’nin gerçekten Avrupa’ya ait olup olmadığı sorusu gibi gündemde yer kaplamıyor. Verheugen’ın çabaları, Ankara’nın siyasi alanda gerçekleştirdiği reformları övme, Kürtler'in haklarına saygı gösterip göstermediğini ve var olan işkence iddialarını araştırma konusunda yoğunlaşıyor. Verheugen, bir gazetede yer alan söyleşisinde, Türkiye’de işkencenin bir devlet politikası olmadığını söyledi. Ancak diğer bazı Komsiyon üyelerinin altını çizdiği gibi, müzakere görüşmelerine karar verilmeden, işkencenin tamamen kurutulmuş olması gerekmez mi?”

Avusturya gazetesi Der Standard ise yorumunda, ABD’deki başkanlık seçimlerine değiniyor. Gazete, Irak ve Afganistan’da girişilen savaşların, Birleşik Amerikalılar'ın güvenliğine gerçekten katkı sağlayıp sağlamadığının tartışmalı olduğunu belirtiyor. Yorumda, buna rağmen, Başkan Bush’un ülkesinde şimdiye kadarki en büyük ”terör savaşçısı” olarak görüldüğü ve pekçok Amerikalı'nın bu imaja kapıldığını yazıyor.

Berlin’de yayımlanan Neues Deutschland gazetesi ise, Bush’un terörle mücadele gerekçesiyle, dünyanın her yerinde savaşma meraklısı olduğunu ve Bush yönetimi sırasında hayatını kaybeden masumların sayısının, saldırıya uğrayan Dünya Ticaret Merkezi’nde ölenlerinkini kat kat aştığını belirtiyor. Gazete, Irak ve Afganistan’da terör olaylarının devam ettiğine dikkat çekerek Bush’un, terörü tetiklediğini yazıyor.

11 Eylül saldırları sonrasında Batı ülkelerinde yaşayan Müslümanlar, geçmişe nazaran daha çok ayrımcılığa maruz kaldıklarından yakınıyor. Almanya Cumhurbaşkanı Horst Köhler de cumartesi günü, saldırların üçüncü yıldönümü dolayısıyla yayımladığı mesajda, Müslümanlar'a peşin hükümle yaklaşılmamasını istedi. Ancak Köhler, Almanya’daki Müslümanları da İslam adına terör uygulayan kişilerle aralarına mesafe koymaya çağırdı. Neue Osnabrücker Zeitung, yorumunda, buna benzer çağrıları yorumluyor:

"Kilise temsilcileri ve politikacılar art arda, Müslümanlar'dan terörle aralarına mesafe koymasını isterken tehlikeli bir hata işliyor. Müslüman cemaatlerinin şimdiye kadar terör olaylarına yönelik kınamaları neden yetmiyor? Tabii ki ne iktidardaki Sosyal Demokrat Parti, ne muhalefetteki Hristiyan Birlik Partileri ne de Hristiyan din adamları tüm Müslümanları aynı kefeye koymak istiyor. Pekçok politikacı zaten İslam diniyle aşırı İslamcılığın bir tutulmaması konusunda uyarıda bulunuyor. Gerçek, Almanya’ya göç etmiş Müslümanların çoğunun, bu ülke için bir kazanım olduğu. Bu göçmenler, anayasaya uyuyor, istihdam yaratıyor ve vergi ödüyor. Her camide küçük birer Usame Bin ladin bulunduğu kanısı asla oluşmamalı.”

Danimarka’nın başkenti Kopenhag‘ta yayımlanan liberal günlük gazete Politiken'in, ABD Dışişleri’nin, Sudan’ın Darfur kentinde yaşananları soykırım olarak nitelendirmesine ilişkin yorumu şöyle:

“Darfur’da olup bitenlere ilgili, nihayet söylenmesi gereken söz söylendi. Bu bariz açıklamanın sahibi ise, ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’den başkası değil. Yaptığı uzun araştırmalar sonucu, Amerikan hükümeti Darfur’da soykırım yaşandığı kanısına vardı. Sudan’daki asıl sorunun ulusal konulara dayanan tartışmalardan değil de soykırımdan ibaret olduğu konusunda Birleşmiş Milletler ve Amerika uzlaşmaya varırsa, ancak o zaman Darfur’da hala yaşamakta olan insanlar için bir umut ışığı doğabilir.”

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Beslan’daki rehine dramının gizli serviler dışında parlamentonun bir komisyonu tarafından da soruşturulmasına onay verdi. Moskova’da yayımlanan Russki Kurjer gazetesinin yorumuna göre, Kremlin’e bağlı Federasyon Konseyi’nin, Beslan’daki rehin alma dramını objektif değerlendirmesi mümkün görünmüyor:

“Federasyon Konseyi ve Konsey Başkanı Sergey Mironov’un, Kremlin’in kontrolü altında olduğu kuşkusuz. ABD’de 11 Eylül sonrasında olduğu gibi, Komisyon’un aleni ifade alması söz konusu değil. Bu koşullar altında milletvekillerinin yaptığı araştırma gerçekleri ne kadar yansıtabilir ki?”

AB içinde süren ve Birlik ülkeleri arasında vergi sistemlerinin uyumlaştırılması tartışmaları da yorumla yansımış. Almanya ve Fransa’nın vergi indirimine gidilmesi talebinin ölü doğduğu, çünkü böyle bir uygulamanın dahi, Avrupa ülkelerini üretim merkezi olarak, işçi ücretlerinin çok düşük olduğu Hindistan ve Çin’e nazaran daha cazip kılmayacağı belirtiliyor.