1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

15.07.2005 - Avrupa basınından özetler...

Derleyen: Beklan Kulaksızoğlu15 Temmuz 2005
https://p.dw.com/p/Abpu

Bugünkü Alman ve Avrupa basınında yer alan yorumlarda Londra saldırılarının ardından güvenlikle ilgili yaşanan tartışmalar ve Avrupa’da Müslümanlar’ın durumu öne çıkıyor. Eğitim kalitesinin ölçüldüğü Pisa araştırması sonuçları da Alman basınında geniş yer tutuyor.

Basın turumuza Viyana’da yayımlanan Kurier gazetesi ile başlıyoruz. Gazete, Avrupa’da yaşayan, topluma entegre olmuş görünen Müslümanlar’ın radikalleşmesinin nedenlerini irdeliyor:

‘’Bosna savaşında Müslümanlar ölürken Batı’nın uzun süre harekete geçmemesi, tepkilerin sözde kalması pekçok Müslüman için eziyet verici bir deneyim oldu. Kuzey İrlanda deneyimine sahip İngilizler Hristiyanlar’ın ölmesine artık seyirci kalmak istemiyordu. Yunanlılar Ortodoks kardeşleri Sırplar’a yardım ediyordu. Araplar, Afganistan deneyiminin ardından Bosna’da da Müslümanlar’ın yanındaydı. Gönüllülerin yaşamındaki ortak dönüşüm noktası, artık normal günlük hayata uyum sağlayamama hissiydi. Bosna’dan sonra Afganistan’da, Çeçenistan’da, Irak’ta savaşlar yaşandı. Bu, pekçok Müslüman için Müslümanlar’a karşı verilen bir savaştı. Bu savaşlar, Batı yaşam tarzına karşı savaşan cihatçılar diye bir meslek grubu oluşturdu.’’

Luxemburger Wort gazetesi, Müslümanlar’ın genel zan altında bırakılmaması gerektiğini vurguluyor yorumunda.

‘’Londra çokkültürlü bir metropol. Saldırganlar da İngiliz vatandaşıydı ve İngiltere’de doğmuştu. Batı toplumlarına verilen mesaj daha açık olamaz: ‘’Artık dışarıdan bir yerlerden gelmemiz gerekmiyor. Aranızda yaşıyoruz.’’ Batı toplumları fanatiklerin tuzağına düşüp Müslüman vatandaşları genel zan altına sokmamalıdır.’’

Alman gazeteleri ise terörle mücadele çerçevesinde gündeme getirilen, camilerin gözetlenmesi, kamera gözetiminin artırılması gibi önlemleri tartışıyor.

Berlin’de yayımlanan Tagesspiegel gazetesi, Bavyera eyaleti içişleri bakanı Günter Beckstein’ın terörle mücadele önerilerini yorumluyor:

‘’Hristiyan Sosyal Birlik partili politikacı, ‘Her bir camide ne oluyor, bilmemiz gerek’’ diyor. Ne yani her camiye istihbarattan bağlantı adamı mı gönderilecek? Bu kadar kaba formüllerle konuşan, entegrasyon değil, sınırlama peşindedir. Almanya’daki camilerde kapalı kapıların ardında ne olduğu gizli kalmamalıdır. Doğru. Ama güvenlik birimlerinin camilerin içinde ya da dışında İslami kesimde neler olup bittiğini bildikleri şüpheli. Bu bilgi eksikliği endişe yaratıyor. Düşmanları hakkında daha fazla bilgiye sahip olmak demokratik toplumun hakkıdır, ama bunun için ne tür araçlara başvurulacağının iyice tartılması da gerekir. ’’

Ostsee Zeitung, kamera gözetiminin anlamlılığını sorguluyor:

‘’Kamu alanının her köşesi video kameralarla donatılsa bile bu ancak sözde bir güvenlik duygusu yaratacaktır. İntihar saldırısını göze alan terörist, kamera kayıtlarından korkmayacaktır. Ayrıca kameralardan gelen veri akınıyla başa çıkmak da mümkün olmayacaktır. Demokratik bir toplumda güvenlik önlemleri tehdide uygun olmalıdır. Her yere değil, özellikle tehlike altındaki cadde ve meydanlara, alışveriş merkezi ve gökdelenlere yerleştirilmesi yeterli olur.’’

Süddeutsche Zeitung ise konuyu şöyle yorumluyor:

‘’Londra’daki gibi tüm şehri kaplayacak bir kamera ağı oluşturulmasına Alman Anayasa Mahkemesi hiç bir zaman geçit vermeyecektir. Kaldı ki Londra’daki kamera ağı da saldırıları önleyemedi. Şehir trafiği, tren istasyonları, trafik kilit noktalarında görsel kontrol Almanya’da zaten yoğun. Banka ve alışveriş merkezleri gibi özel kuruluşlardaki onbinlerce kamerayı saymıyoruz bile. Büyük uluslararası organizasyonlar gibi gerekli yerlerde güvenliğin kameralar yoluyla güçlendirilmesi tabii ki anlamlı. Ama monitörün başında oturup verileri değerlendirecek kişiler olduğu takdirde. Eyaletler ise polis teşkilatında tasarruf önlemleri nedeniyle çok sayıda kişiyi işten çıkardı. Polis sayısının artırılması, kameraların artırılmasından daha fazla güvenlik sağlayacaktır.’’

Terör tartışmalarından, AB’nin içinde bulunduğu krizle ilgili bir yoruma geçiyoruz. İtalyan Corriere della Sera gazetesi, AB’nin ağır sorunlar karşısında gözlerini kapadığı yorumunda bulunuyor:

‘’Daha ne olması gerek? Belçika ile Lüksemburg arasında bir savaş mı? Ya da tüm Kıbrıs vatandaşlarının Malta’dan sınırdışı edilmesi mi? Avrupa inşaatının yavaş yavaş ama sürekli bir şekilde temelden çökmeye başladığı ne zaman farkedilecek? Fransa’nın, Schengen düzenlemelerini feshetme kararı bu konuda açık bir işaret. Yaşanan her sorunda birşey yokmuş gibi yapmak, Avrupa projesine katkıda bulunmaz. Krizler karşısında gözlerini kapamak, işlerin kontrolden çıkmasını sağlamak için en iyi yol. Biz de şimdiye kadar hep bu yolu seçtik.’’

İngiliz The Guardian gazetesi ise Irak’taki durumu ele almış. Gazete, Irak’ta durumun ancak asker çekme takvimiyle düzelebileceği yorumunda bulunuyor:

‘’Amerikan askerlerinin Irak’tan çekilmesi için bir takvim sunulmadan ilerleme kaydedilemeyecek. Amerikan Başkanı Bush da İngiltere Başbakanı Blair de bunu kabul etmeye yanaşmıyor. Ama bu belki de Irak’taki şiddeti siyasi düzleme çekmek için tek yol. Iraklı çocuklara şeker dağıtarak kalpleri kazanmaya çalışıyorlar. Ama Irak’ı cehenneme çeviren bu iyi niyet, yeterince nefret ve acı yaşatmış durumda.’’

Basın turumuzda şimdi bir başka konuya geçiyoruz. 2000 yılında yaşanan şokun ardından yeni Pisa araştırmasının sonuçları Alman basınında geniş yer alıyor.

Handelsblatt gazetesi Alman eğitim sisteminin asıl sorununun, fırsat eşitliği sunmamasında yattığını belirtiyor:

‘’Hangi eyalette olursa olsun, Alman okul sistemi her öğrenciye aynı fırsatı sunmuyor. Sanayi ülkelerinin hiçbirinde çocuğun okuldaki başarısı, Almanya’daki kadar sosyal kökenine bağlı değil. Her kesimden çocuğu aynı şekilde teşvik etmeyen bir sistem sadece vasat sonuçlar verebilir. Almanya’nın yüksek nitelikli yönetim gücüne, yaratıcı beyinlere ihtiyacı var. Anahtar siyasilerin elinde.’’

Mannheimer Morgen gazetesinin konuyla ilgili yorumu ise şöyle:

‘’Yeni Pisa araştırması Almanya’da okul sisteminin ne kadar adaletsiz dağıldığı sorununu yeniden ortaya koyuyor. Bremen’deki 15 yaşındaki öğrenci, Münih’teki yaşıtına göre daha az bilgiye sahip, yoksul aile çocuğu, sıra arkadaşı zengin çocuğundan daha kötü hesap yapabiliyor. Göçmen çocukları ise zaten fazla bir şansa sahip değil. Bir eğitim sisteminin görevi, bu farklılıkları ortadan kaldırmaktır.’’