1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

16.12.2005 - Avrupa basınından özetler...

Derleyen: Hülya Topcu16 Aralık 2005
https://p.dw.com/p/Abo8

Avrupa basınında bugün, dün başlayan AB Zirvesi, Irak’taki parlamento seçimleri, İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad’ın İsrail’e yönelik açıklamalarına gelen tepkiler ve yazar Orhan Pamuk hakkında “Türklüğü alenen aşılamak” suçundan açılan davayla ilgili haber ve yorumlar göze çarpıyor.

Brüksel’de dün başlayan AB bütçesinin masaya yatırıldığı zirveye ilişkin Avusturya’dan Kurier gazetesinin yorumu şöyle:

“AB içindeki bütçe tartışmaları, birliğin geleceğini tehlikeye atıyor. AB Anayasası’nın Fransız ve Hollandalılar’ın verdiği hayır oylarıyla başarısız olmasından sonra, kimse birliğin nasıl işleyeceğini bilmiyor. AB, 25 üyeyi ve yeni adayları kaldırabilecek durumda değil. Geleceğe dönük projeler düşünülemiyor. Fransa haklı, AB’nin genişlemesine bir an önce son verilmeli. Birlik sınırlarını çok zorladı, hatta aştı bile. AB bir an önce bütçe konusunda uzlaşmaya varmalı. Çünkü birçok insanın ekmeği, bu uzlaşmaya bağlı.”

Köln’de yayımlanan Kölner Stadt Anzeiger gazetesinde ise şu satırları okuyoruz:

“Zirvede söz konusu olan sadece para değil, aynı zamanda Avrupa’nın serbest ticaret bölgesisinden ileriye gidebilmek için gerekli kaynağa sahip olup olmadığı konusudur. Zirvede İngiltere’nin önerisi kabul görürse, o zaman mali kriz aşılmış olur. Ama aynı zamanda Birleşik Avrupa’ya da veda etmiş olunur. Komisyon ya da Konsey tabii ki gelecekte de var olacak, ama AB’nin bütçesiyle ilgili olarak yazılı herşey geçersiz olacak. Yani zirvenin başarısı Avrupa’nın yenilgisi anlamına gelecek.”

Bielefeld’de yayımlanan Neue Westfaelische gazetesinin aynı konuyla ilgili yorumu ise şöyle:

“Şu günlerde nereye bakılsa benzer tablo görülüyor. Güçlü ve zenginler, zayıflara karşı yerine getirmeleri gereken sorumluluklarına veda ediyor. Dünya genelindeki ekonomik rekabet, hem Brüksel’deki AB Zirvesi’nde, hem Hong Kong’daki Dünya Ticaret Örgütü Zirvesi’nde, hem Nürnberg’de kapatılma kararı verilen AEG’de, hem de binlerce işçiyi işten çıkarma kararı alan Telekom’da görülüyor. Müzakerelerden kazanan taraf olarak çıkmak isteniyor ve bunun uğruna herşeyden vazgeçilebiliyor. Şu günlerde her yerde esen bu yeni liberal rüzgara kapılanlarda, eksik tek nokta var: O da fakirleri hiçe sayarak adaletin gereği olarak onlara gitmesi gereken paraları kendi ülkelerinin bütçesine aktardıkları için utanmamaları.“

Avrupa basınında dikkat çeken bir başka konu Irak’taki seçimler. Frankfurter Allgemeine Zeitung gazetesinde Rainer Hermann imzasıyla yayımlanan yorumda, Iraklılar’ın bayram giysileriyle oy kullanmaya gittiği ve son olarak Anayasa referandumunu protesto eden Sünniler’in de bu kez oy kullanmayı tercih ettiği belirtiliyor. Bir başka Alman gazetesi, Neue Osnabrücker Zeitung gazetesinin aynı konuyla ilgili yorumu ise şöyle:

“Irak’taki parlamento seçimleri ülke tarihinde Saddam Hüseyin’in devrilmesinden bu yana çok önemli bir adım. Terör ve saldırı tehditlerine rağmen Iraklılar’ın büyük çoğunluğu sandık başına giderek oylarını kullandı. Bununla El Kaide’ye gerekli dersi vererek anayasalarında yazılı demokrasiye oy vermiş oldular. Ülkede otoriter rejim sona erdi.“

Bir başka Alman gazetesi Süddeutstsche Zeitung gazetesi ise İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad’ın son haftalarda İsrail ve Yahudi karşıtı açıklamalarını yorum sütunlarına taşımış. Gazete, Ahmedinecad’ın açıklamalarının uluslararası kamuoyunda büyük tepkilere neden olmasının yanı sıra İran’da da endişelere yolaçtığını savunuyor:

„Şu günlerde Tahran’da din adamları kapalı kapılar ardında Anmedinecad’ın gücünün daha fazla zarara yol açmadan nasıl elinden alınabileceğini konuşuyor. Çünkü İran’da sadece küçük bir azınlık Yahudi düşmanı. Bu tarihte de böyleydi. Ülkede hala 35 bin Yahudi yaşıyor. Sadece Tahran’da 11 sinagog var. Bunun yanı sıra okulları, restoranları hatta yaşlılar yurtları bile var. İran topraklarındaki geçmişleri, Farslılar’dan çok daha eski. Tarihte de Farslılar’la Yahudiler’in ilişkisi dostaneydi. Hatta son şah İsrail’le yaptığı sıkı askeri işbirliğiyle hatırlanıyor. Çünkü her iki ülke o dönemlerde Arap milliyetçiliğinin iki taraf için de tehdit oluşturduğuna inanıyordu. İran’ın, Irak’la yaptığı savaş sırasında İsrail’den gizli silah yardımı aldığını da unutmamak gerekiyor.“

Bugünkü gazetelerde ön plana çıkan bir başka önemli konu ise yazar Orhan Pamuk hakkında „Türklüğü alenen aşağılamak" suçundan açılan dava. Frankfurter Rundschau gazetesinde Gerd Höhler imzasıyla yayımlanan yorum şöyle:

„Uluslararası Yazarlar Derneği PEN’in listesine göre Türkiye’de 100’den fazla yazar hakkında dava açıldı. Ama Türkiye’de tüm bunlar gerilerde kalmadı mı? Türkiye AB üyeliği için müzakere etmiyor mu? Son dönemlerde imza attığı birçok yasa değişikliğiyle düşünce özgürlüğü alanındaki açıklarını kapatmaya çalışmadı mı? İşte bu sorular ışığında Orhan Pamuk hakkında açılan dava, ‚Türkiye çoktan aştığı sanılan eski dönemlere geri mi gidiyor?’ sorusunu akla getirdi. AB’nin Genişlemeden Sorumlu Temsilcisi Oli Rehn bir provakasyondan bahsederken, Avrupa genelinden protestolar yağıyor. Pamuk’un davası ilginç bir durumu daha ortaya çıkardı. TCK’nun 301. maddesine göre eğer bir Türk vatandaşı Türklüğü alenen aşağılarsa hakkında altı aydan üç yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açılıyor. Eğer bu suçu yurtdışında işlerse cezası üçte bir oranında artıyor. Yani Pamuk dört yıl hapis cezası alabilir. Bu madde, TCK reformları sırasında gözden kaçtı, üzerinde değişiklik yapılmadı. Uluslararası Af Örgütü’ne göre, Türkiye yurtdışında da eleştirilere maruz kalmamak için TCK’nın 301. maddesini bilinçli olarak böyle hazırladı.“

Viyana’da yayımlanan muhafazakar Die Presse gazetesinin aynı konuyla ilgili yorumu şöyle:

„Türkiye’de Ermeniler’in öldürülmesini bir ‚soykırım’ olarak niteleyenler, Türklüğü alenen aşılamak suçundan hapis cezasıyla karşı karşıya kaldığı sürece, Türkiye’nin AB’de işi yok. Bir ülkede düşünce özgürlüğü, o hükümetin dış politik ilişkileri için bir gereklilik olarak yerine getirilmişse, o düşünce özgürlüğü değildir. Ve düşünce özgürlüğünün olmadığı bir ülke de AB üyesi olamaz.“