1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

2004'ün ekonomik bilançosu

Andreas Becker31 Aralık 2004

Dünya ekonomisinde durgunluk yıllarının geride kaldığı söylenebilir mi? Dünyanın hangi bölgelerinde ekonomik büyüme hızı artıyor? Dünya ekonomisi açısından önemli gelişmeler hangileriydi? DW’den Andreas Becker dünya ekonomisinin 2004 yılı bilançosunda bu sorulara yanıt aradı:

https://p.dw.com/p/AbeF
2004 yılında AB'nin ortak para birimi euro'nun dolar karşısındaki yükselişi rekor kırdı.
2004 yılında AB'nin ortak para birimi euro'nun dolar karşısındaki yükselişi rekor kırdı.Fotoğraf: dpa

Dünya ekonomisinin morali bazı istisnalar dışında üç yıldır oldukça bozuktu. 2004’te durum biraz olsun düzeldi. BM Ticaret ve Kalkınma Teşkilatı UNCTAD ve Uluslararası Para Fonu’nun tahminlerine göre global ekonomik büyüme hızı %4 ila %5 oldu. Güney ve doğu Asya ülkeleri %7lik ortalama büyüme hızıyla başı çekiyorlar.

Bu ülkelerden biri var ki, bütün dünyanın gözü ve kulağı onda. Çin Halk Cumhuriyeti ekonominin yeni ufku sayılıyor. Bütün şirketler muazzam pazar potansiyeli ve düşük ücretleriyle göz kamaştıran Çin’e akın ediyorlar. Üç yıl önce Dünya Ticaret Teşkilatı’na üye olan Çin’e el atmayan şirket, yarışı kaybetmiş sayılıyor.

Çin’deki hızlı değişimin birçok soruna da yol açtığını unutturdu. Çin’in toplam refahı artarken zenginlerle fakirler arasındaki uçurum daha da büyüdü. 2004 yılında grevler artı, sosyal huzursuzluk başladı ve isyanlar çıktı. Pekinli ünlü Sosyoloji Profesörü Mao Şulong, eskiden sosyal adaletin garantörü sayılan devletin giderek sorumluluktan sıyrıldığını söylemesi dikkat çekici.

Avrupa geride kaldı

2004’te Çin’in ekonomik büyüme hızı %9’u bulurken Avrupa %2’de kaldı. Ama Avrupalılar memnun. Yıllardır sıfır büyümeyle yetinmek zorunda kaldıklarından “bu oran bile hiç yoktan iyidir” diyorlar. Uluslararası Para Fonu da Avrupa ülkelerinin ekonomik politikalarını övüyor ve canlanmada reformların önemli payı olduğunu duyuruyor. Hemen ardından da reformların kararlılıkla sürdürülmesini tavsiye ediyor.

Globalleşme çağında rekabet haliyle artıyor. Çaresi maliyetleri düşürmek. Almanya’da herkes ücret maliyetleriyle sosyal sigorta primlerinin azalması gerektiğini, yani reformlara yenilerinin eklenmesi gerektiğini söylüyor. Eski Para Fonu Başkanı ve Almanya’nın yeni Cumhurbaşkanı Horst Köhler de “Tek çare reform” diyor.

“There is no alternative – Seçenek yok”

Alternatifsizlik, Amerikalılar’ın da çok tuttukları bir cümle olan “There is no alternative – Seçenek yok” deyimi o kadar yaygın ki kelimelerin baş harflerini birleştirip sadece TİNA diyorlar. Sosyal devlet yapısı ağır bastığı için kaybedecek çok şeyi olan bütün ülkeler TİNA’dan, yani ekonomik faaliyet yeri olmanın alternatifsiz rekabetinden korkuyor. Ekonomik hayatı piyasa mekanizmasına emanet eden ABD de uluslararası rekabetten ağzı en çok yananlar arasında. Amerikan imalat sanayiinde en az üç milyonluk istihdam kaybedildiği ve özellikle Çin’de üretilen ucuz malların rekabeti yüzünden bir milyon Amerikalı’nın işsiz kaldığı belirtiliyor.

Güncel politikaya alternatif olmadığı iddiasını kısmen de olsa yalanlamak mümkün. Örneğin, Aventis. Fransız Alman ortaklığı olan Aventis ilaç sanayii Fransız rakibi Sanofi’den teklif aldı. Aventis teklifi geri çevirince hisse senetleri değer kazanmaya başladı. Bunun üzerine İsviçre’nin Novartis tröstü Aventis ile ilgilenmeye başladı. Herkes,’kim daha fazla verirse Aventis’i o alır’ diyordu.

Alternatifsiz olduğu söylenen kapitalizmin kurallarına göre öyle olması da gerekirdi. Ama Fransa’nın milli kapitalizm düşüncesi ağır bastı. Paris hükümeti, Fransa’nın milli menfaatleri icabı Aventis’i almaları gerektiğini duyurdu. Fransa’nın menfaatleri arasında her sanayi branşında en az bir dünya devine sahip olmak da var. İsviçre şirketi Fransa hükümetiyle başa çıkamayacağını düşünerek teklifini geri aldı. Sanofi 55 milyar euro’ya Aventis’in sahibi oldu. Schröder hükümeti, Aventis’in Almanya personelinin işsiz kalmayacağını duyurduysa da Fransızlar’ın işine karışmamayı tercih etti.

Tarım sübvansiyonları

Bir örnek daha: Tarım sübvansiyonları. Sanayi ülkeleri tarım ürünleri ticaretinin liberalleştirilmesine, sadece kendi çıkarlarına uygun düşmesi şartıyla yanaşıyorlar. Ama 2004’ün, dünya tarımcılığındaki dönüm yılı olarak tarihe geçmesi mümkün.

Dünya Ticaret Örgütü’nün yerli pamuk üreticisine yoğun sübvansiyon ödeyen Washington yönetiminin dünya ticaret kurallarını ihlal ettiğine hükmetmesi kalkınma halindeki ülkeler açısından küçük bir zafer anlamına geliyordu. Zengin ülkelerin tarım ürünlerinin sübvansiyone edilmesi, bu ürünü çok daha ucuza maleden fakir dünya ülkelerini rekabet şansından mahrum ediyor.

Üçüncü Dünya’ya bu yoldan verdirilen zarar, toplam kalkınma yardımlarını aşıyor. ABD ve AB’nin tarım ürünlerine uygulanan ihracat sübvansiyonlarının kaldırılması yolunda vardıkları anlaşma önemli bir adımdı. Ancak ihracat sübvansiyonları tarımcılığa yapılan yardımların çok küçük bir bölümünü oluşturuyor. Kalkınma halindeki ülkeler açısından fırsat eşitliğinin sağlandığı söylenemez.

İstikrar Paktı

Alternatifsizmiş gibi görünen durumlardan sıyrılmada gösterilen yaratıcılığa bir diğer örnek de Euro İstikrar Paktı. İstikrar Paktı, ek borçlanmanın toplam ekonomik verimin yüzde üçünü aşmamasını şart koşuyor. Yüzde üçü aşmama ilkesinin alternatifi olmadığı uzun süre dillerden düşmedi.

Ama İstikrar Paktı ihlal edilmekten kurtulamadı. Fransa ve Almanya’nın üst üste üçüncü kez istikrar kriterlerini tutturamayacakları daha yılın başlarında belli olmuştu. Ama Avrupa’nın iki ekonomik devi siyasi ağırlıklarını kullanarak ceza almaktan kurtuldular.

Böylece euro bölgesindeki istikrar kriterlerinin esnekleştirilmesi bir kez daha gündeme gelmiş oldu. Ama sonbahar aylarında yaşanan şok bu tartışmayı gölgede bıraktı. Yunanistan euro bölgesine girebilmek için bütçesini tahrif edip Komisyon’u kandırmıştı. Yıl sonlarına doğru İtalya da hilekarlık şaibesi altına girdi. Euro bölgesi, kural tanımayan üç kağıtçıların kulübü mü olmuştu? En azından bir grup ülke alternatifsiz politikalar masalına kulak asmadığını göstermişti.

Euro – dolar paritesi

2004, euro - dolar paritesinin çarpıldığı yıl oldu. Yıl sonlarına doğru euro 1 dolar 34 cent’ten işlem görüyordu. Euro ülkelerinin ihraç malları dünya pazarlarında pahalanırken doların ucuzlaması ABD’nin ihracatını kolaylaştırıyordu. ABD’nin cari açığını ise Asya ülkeleri finanse ediyor. Çin ve Japonya, Amerikan hazine bonolarını piyasadan toplayarak kendi paralarının değer kazanmasını önlüyorlar. Çin, günümüzde ABD’nin en büyük alacaklısı. Ama Çin parası ile dolar arasındaki parite değişmiyor. Washington, Pekin yönetimini yuan’ın kurunu suni olarak düşük tutmakla suçluyor.

Amerikan Merkez Bankası, enflasyon tehlikesini önleyip dolara değer kazandırtabilmek için ana faiz oranını yükseltmeye başladı. Ancak bu kez de artan faizlerin ekonomik büyümeyi frenleyip bütün dünya ekonomisini uçuruma sürükleme tehlikesi ortaya çıktı. Amerikalı ekonomist David Wessel de gidişata dur deme zamanının geldiğini, aksi takdirde doların dünya rezerv birimi olma özelliğini euro’ya kaptıracağını söylüyor. Ancak daha o günler gelmedi. Ama Amerikan para biriminin alternatifsiz döviz olmadığını da artık kimse söyleyemez.

Petrol fiyatları

Rekor düzeydeki petrol fiyatı tabii yine dünyanın ham madde yoksulu fakir ülkelerini vurdu. Zengin sanayi ülkeleri bir türlü alacaklarını kısmen hibeye dönüştürmeye yanaşmıyorlar. Bu gibi kararlar siyasi önceliklere göre ya da siyasi baskı yüzünden alınıyor. ABD savaşta yerle bir ettiği Irak’ın yeniden imarına katkıda bulunmak amacıyla alacaklı olduğu paranın %80’ini bağışladı. Mutlaka hatırlarsınız. Bu savaşın da sözde hiç alternatifi yoktu.