1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

28.01.2005 - Avrupa basınından özetler...

Derleyen: Cem Sey28 Ocak 2005
https://p.dw.com/p/Abrn

Avrupa basınında bugün, AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso’nun izleyeceğini açıkladığı politika, Filistin Özerk Yönetimi’nin yeni başkanı Mahmud Abbas’ın görevdeki ilk uygulamaları, Davos’ta toplanan Dünya Ekonomik Forumu ve Almanya’da aşırı sağ Alman Milliyetçi Demokrat Partisi’ne karşı nasıl mücadele edilmesi gerektiğiyle ilgili haber ve yorumlar dikkat çekiyor...

Muhafazakar Norveç gazetesi Aftenposten, Avrupa Birliği Komisyon Başkanı Jose Manuel Barroso’nun izlemek istediği politikayı şöyle değerlendiriyor:

“Jose Manuel Barroso’nun yeni Avrupa Birliği Komisyonu’nun 2010 yılına kadar izleyeceği programı tanıttığı konuşması bir kraliyet açıklamasını andırıyor. Muhafazakar Portekizli, düşler ve vizyonlara hitap etmeyi seven Sosyal Demokrat selefi Romano Prodi’ye göre, daha serinkanlı. En azından Komisyon’un söyleminde sağa kayış gözlemlemek olanaklı. Bu, günümüzün AB’nin tablosunu yansıtıyor. Barroso’nun ilk 1,5 yılına, üye ülkelerin yeni AB Anayasası’nı kabul etmesi damgasını vuracak. Bu gelişme Avrupa Birliği’ne yeni görev ve yetkiler getirecek, ama aynı zamanda Brüksel’le ulusal başkentler arasındaki görev paylaşımını şimdiye kadar olduğundan daha iyi yapacak.”

Frankfurter Allgemeine Zeitung ise bir kez daha Avrupa’nın nerede başlayıp, nerede bittiği tartışmasına eğiliyor:

“Avrupa Birliği’nin sınırları, bunun nereden geçtiği ve üyelerinin birbirinden farklı çıkarlarını biraraya getirmeye istek ve güçlerinin olup olmadığı belirsiz hale geldi. Alman meclisinde Hristiyan Demokrat Birlik Partisi eski Dış Politika Sözcüsü Karl Lamers’le beraber daha o zaman Avrupa politikası tartışmasına uzun süre hakim olan bir belge hazırlayan Wolfgang Schäuble, o tarihte kaldığı yerden şimdi yeniden başlıyor. Avrupa’nın sınırlarını ve komşularıyla ilişkilerini, Avrupa ordusu düşüncesini ve kurum ve süreçlerin reformunu tartışıyor. Bunların bazısı bir ütopya gibi geliyor kulağa. Ama o tarihte bataklığa batmamış olanların düşündüğü Avrupa da bir ütopya değil miydi?”

Stuttgarter Zeitung, bugün Ürdün, Mısır, Rusya ve Türkiye’yi kapsayan ilk yurtdışı gezisine çıkacak Filistin Özerk Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas’ın görevindeki ilk uygulamalarını şöyle yorumluyor:

“İsrailliler’in güvenlik konularındaki uzlaşmaz tavrı bugüne kadar Filistinliler tarafından hep kullanıldı. Bunun uzmanı bir süre önce ölen Yaser Arafat’tı. Kendisinin siyasi hareket yeteneğinden yoksun olduğunu gizlemek için, birçok görüşmenin başarısızlığının sorumluluğunu İsrail’e yüklemeyi beceriyordu. Mahmud Abbas da İsrail’in bu zayıflığını biliyor. Fakat Arafat’ın aksine, yeni Filistin Başkanı’nı İsrail’le barış istiyormuş gibi görünüyor. Bu nedenle de İsrail’in güvenliğini artırmak için elinden geleni yapıyor. Amacı, kaybedilmiş güveni yeniden kazanmak.”

Davos’ta başlayan Dünya Ekonomik Forumu’nu ele alan Tagesspiegel, 90’lı yılların soğuk neoliberalizminin artık moda olmaktan çıktığını yazıyor. Alman başkenti Berlin’de yayınlanan gazete, artık Davos’taki tartışmalarda da hissedar değerlerinden çok adaletten söz edildiğini vurguluyor ve şöyle devam ediyor:

“Bu iyi bir gelişme. Milyarların IMF’ye mi, Dünya Bankası’na mı akacağı ve bunun iyi bir fikir olup olmadığı sorulabilir. Piyasaların ancak bir yere kadar yönlendirilebileceği, global girişimler başlatmanın, bunları ulusal boyutta gerçekleştirmekten daha kolay olduğu da söylenebilir. Fakat ayrıntılara yönelik tüm eleştirilere ve bunun nedenleri hakkındaki tüm kuşkulara rağmen, Chirac’ın söylediklerini ciddiye almak lazım. Bu, Davos’ta gelenek. 1987’de Hans Dietrich Genscher, Gorbaçov’un Glasnost çabalarının ciddiye alınması gerektiğini söylemişti. Kısa süre sonra dünyaya yeni bir düzen geldi.”

Katolik Fransız gazetesi Le Croix, Irak seçimlerini ele alıyor:

“Tüm ulusların ortak girişiminin ürünü olsa ve Irak’ı aşağılamadan ve halkını bölmeden gerçekleşse, Irak’ın demokratikleşmesi daha fazla dinamik ve meşruiyete sahip olurdu. Fakat çok geç. Bu savaşın filmini yeniden çevirmek olanaksız. Şimdi Irak’ın ve tüm bölgenin geleceğine bakmak gerekli. Filistinliler’de olduğu gibi, zor bir seçimle ufukta ışık görünür hale gelebilir. Amerikalılar’ın pazar günü yapılacak seçimle ulaşmak istediklerinin gerçekleşmesini biz de sonucu bilmeden, fazla sevinmeden ama yine de fazla da tereddüt etmeden arzu edebiliriz.”

Avusturya’nın başkenti Viyana’da yayınlanan sol liberal Der Standard da Irak seçimlerinin olası sonuçlarını değerlendiriyor:

“Bu seçimlerin felakete yolaçabilecek tüm zayıflıklarına rağmen, yine de sonuçlarının başka Arap ülkelerinde bulunamayacak kadar demokratik nitelikleri olacağı görülüyor. Kürt azınlık güçlü bir ses olacak, Şiiler de bir Arap ülkesinde ilk kez güçleri oranında –ki burada çoğunluktalar- iktidarı ele alacak. Irak seçimlerinin komşulara da bulaşması tehlikesiyse, Amerika’daki yani muhafazakar vizyonerlerin öne sürdüğünden çok daha az. İsteyen, ülkesindeki rejimden hoşnut olmayan bir Suriyeli ya da Mısırlı’ya dahi, bugün Irak’ta yaşananları mı, yoksa ülkesindeki durumu mu tercih ettiğini sorabilir. Yaşam hakkı dahi güvence altına alınmadıkça Irak’tan bir model olarak söz etmek alaycılık olur.”

Almanya’da aşırı sağcı Alman Milliyetçi Demokrat Partisi’ne karşı nasıl mücadele edileceği hararetli şekilde tartışılmaya devam ediyor. Financial Times Deutschland, bu mücadelenin sadece hukuki yoldan yapılmasına karşı çıkıyor ve “şimdi yasa ya da Anayasa değişiklikleri talep edenler, Saksonya’da Alman Milliyetçi Demokrat Partisi’nin seçim başarısı elde ettiğinde politikacı ve gazetecilerin kameralar karşısında kendilerini rezil ettikleri andaki çaresizliğe düşer” diye yazıyor. Federal Almanya’nın başından beri kendini koruma yeteneğine sahip bir demokrasi olarak kurulduğunu savunan gazete, Anayasa düşmanlarına karşı yeterince koruma saplayan yasal düzenleme bulunduğunu belirtiyor.

Muhafazakar Die Welt de, büyük partilerin artık kendine gelmesi gerektiğini, aksi halde kendilerinin aşırı sağ politikacılardan daha fazla zarar göreceğini savunuyor. Gazete, “demokratik partiler, inandırıcı bir politikayla aşırı sağın sempatizanlarını kendilerine bağlamayı başarmak zorunda” ifadesini kullanıyor.