1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Amerikan rüyasına kriz gölgesi

Pascal Fischer / Deutsche Welle4 Şubat 2009

Gelişmiş sanayi ülkelerinde etkili olan kriz, Amerika Birleşik Devletleri’nde çeşitli boyutlarıyla tartışılıyor. Ekonomi uzmanları ve düşünürler, krizin ABD’nin toplumsal yapısı üzerindeki sonuçlarını tartışıyor.

https://p.dw.com/p/GmoX
Amerikan hülyası mali kriz yüzünden kâbusa döndü
Amerikan hülyası mali kriz yüzünden kâbusa döndüFotoğraf: AP

Herkese fırsat eşitliği, hangi sosyal tabakadan olursa olsun, gayret edip çok çalıştığı takdirde herkese zengin olma şansı. ABD’ye nereden gelmiş olursa olsunlar en geç onlardan sonraki nesillere daha iyi yaşama imkânı. Günümüzde de göçmenleri mıknatıs gibi bu ülkeye çeken Amerikan hülyasını böyle özetlemek mümkün. ABD’nin bir çeşit kuruluş efsanesi ve Amerikalılığın ruhu sayılan bu hülya hala yaşıyor mu? Günümüzde ev, otomobil ve geniş özgürlük olarak somutlaşan Amerikan hülyası mali kriz yüzünden kâbusa döndü. Amerika’nın yeni bir efsaneye mi ihtiyacı var yoksa farklı bir vizyona mı? Deutsche Welle’den Pascal Fischer, ülkenin “fikir babaları” sayılan şair ve düşünürleriyle konuştu:


Rüyanın sonu geldi

Amerikan hülyasının kökleri, Thomas Jefferson gibi bir aydının kaleme aldığı bağımsızlık beyannamesine kadar uzanır. Bu belgede vatandaşa, ‘mutluluğu arama’ hakkının tanındığını hatırlatan tarihçi Jim Cullen, Amerikan hülyasının ‘biyolojik bir olgu’ olduğunu söylüyor. Cullen, “Amerikalı bu rüya ile yaşar ve ölür. Bu rüya genlerimize kazınmıştır” diyor.


Ama bu rüyanın çoktan sonu gelmedi mi? Gözü paraya doymayan bankerler kendi Amerikan hülyalarını yaşayabilmek için bütün Amerika’yı emellerine alet etmediler mi? Bayan yazar A.M. Homes, ekonomik çöküşte, sade vatandaşın Amerikan hülyasının da payı olduğunu söylüyor: “Bu rüyanın aslında hayal olduğunu unuttuk. Herhalde bunun çalışmadan da hak edilmiş bir şey olduğu sanıldı. Konutları için peşin para ödeyecek durumda olmayanlara bile kredi açıldı. Ev sahibi olmak Amerikan hülyasının temel taşlarından biridir.”


Aydın ve yazarların öteden beri bu gibi nahoş gelişmelerin kültürel köklerini gün ışığına çıkardığını belirten tarihçi Jim Cullen de, ‘bulaşıkçılıktan milyonerliğe’ yükselmenin artık hayal olduğu görüşünde: “Amerikan rüyasının, fazla uğraşmadan kısa zamanda zengin olma hikâyesinin tükenişine tanık oluyoruz. Şaibeli borsa simsarlarının yaşadığımız kapitalizmin prestijini sarsıp sarsmadığını soracak olursanız, cevabım şu olur: Evet, bu kapitalizm ölmüştür.”


Sosyal adalet kavramı canlandırılmalı

Dizginlerden kurtulmuş serbest piyasayı eleştirenlere şimdiye kadar kamuoyu fazla kulak vermiyordu. 2008’in Nobel ödülü sahiplerinden New York Times’in köşe yazarı Paul Krugman’ı da dinleyen olmamıştı. Tıpkı, bundan 60 yıl önce yazdığı tiyatro eserinde, başkalarının batması pahasına başarı aranmamasını telkin eden Arthur Miller gibi. Miller’in bir anda büyük ilgiyle karşılaşan eserini yeniden Broadway’de sahneye koyan rejisör Simon McBurney ise Amerikan rüyasına olan inancını kaybetmemiş: “Herkes arzuladığı şeye erişmeyi deneyebilmeli. Önemli olan nasıl davranılacağı, hangi ahlaki ilkelere bağlı kalınacağı… Arthur Miller yaşasaydı, ekonomik hayata günümüzün ahlak anlayışıyla bakılmasını suç sayardı.”

Geçen hafta ölen ünlü yazar John Updike Demokrat Parti'yi, sermayenin fakirleştirdiği zümreleri gözettiği için destekliyordu. Columbia Üniversitesi Sosyoloji Profesörü Sudhir Venkatesh, yükselme azmi olanların ancak toplumun desteğiyle fırsat yakalayabileceğini söylüyor: “Yeni bir toplum sözleşmesi çerçevesinde sosyal adalet kavramını canlandırmalıyız. Bunu yapmıyoruz, çünkü serbest piyasanın otomatikman adaleti sağlayacağına inanıyoruz. Papaz yerine koyduğumuz iktisatçılara inanıyoruz. Ama piyasa mantığı bir topluma ne adalet ne de centilmenlik kazandırır.”