1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Avrupa temkinli tutumunu sürdürmeli

Bernd Riegert23 Şubat 2005

ABD Dışişleri Bakanı Condoleeza Rice tarafından ön hazırlıkları titizlikle yapılan Brüksel ziyaretini, George Bush, planlandığı gibi gerek NATO gerekse AB’ne, transatlantik ilişkilerde yeni bir dönemin başladığı mesajını vererek sona erdiriyordu. Bush, ABD’nin Avrupa’ya muhtaç olduğunu söylerken, Avrupalı meslektaşları, kendilerinin ABD’ye ihtiyaçlarının daha fazla olduğunu bilmekteydi. Özellikle İran’ın nükleer programı ve Ortadoğu’daki barış arayışı çabaları gibi somut konularda bu karşılıklı uyum söylemlerinin gerçeği ne ölçüde yansıttığı yakında anlaşılacaktır. Bernd Riegert, Bush’un Brüksel temaslarını yorumluyor.

https://p.dw.com/p/AZyK

Eğer George Bush’un bu Avrupa gezisi bir “uyum atağı” idiyse, bunda başarılı olduğu kuşku götürmez. İlk dört yılının sonunda artık alışılan, kendinden emin tavrıyla Amerikan başkanı, onu seven ya da sevmeyen herkesin de kabul ettiği gibi, şu anda alternatifi olmayan, dünya poltikasının en belirleyici kişisi. Bu nedenle; “ABD’nin Avrupa’ya ihtiyacı vardır” dediğinde, bu söylemin samimi olmadığını düşünenlerin bile bu sözlerden ruhu okşanmıyor değil. Fakat eski Avrupa’nın yine de dikkatli davranmasında yarar var. George Bush Avrupalı müttefiklerine bir kez daha şu andaki küresel özgürlük seferine katılma çağrısında bulunuyor ve Afganistan’la başlayıp Irakla süren bu seferin daha kolay kolay bitmeyeceğini belirtiyor. Bu noktada Amerikan başkanının, Avrupalıların da belirleyici bir rol üstlenmesini dilediği ise anımsanmıyor. O zaman da Bush’un konuşmalarındaki diplomatik pasajlar elendiğinde arta kalan söylemin eskisinden pek bir farkı olmadığı anlaşılıyor. “ABD ile birlikte hareket etmeyen, ABD’ye karşıdır.”

Bush’un, basın toplantılarında yöneltilen sorulara yazılı bir metinden yararlanmaksızın verdiği yanıtlarda, Avrupa ile ilişkilerde yeni başlayan bu dönemde de ABD’nin şimdiye kadar izlediği başına buyruk tavırdan vazgeçmeye pek niyetli olmadığına işaret eden bir dizi söylem var. Bunun yanında Çin’e silah abargosu, Kyoto protokolu, uluslararası ceza mahkemeleri gibi kritik konularda ise hiç bir bağlayıcı ifadede bulunulması da dikkat çekici... Bu konulara ilişkin gelişmeler, transatlantik ilişkilerin geleceği açısından gösterge niteliği taşıyor.

ABD ile Avrupa, izlenecek politikaların hedefi konusunda paralel yaklaşımlara da sahip olsalar, bu hedeflere varma yöntemleri konusunda hala oldukça farklı düşünüyor. Ortadoğu konusu bunun örneği.

Almanya başbakanı Schröder’in, NATO’nun bünyesindeki karar mekanizmasında Avrupalı üyelere daha fazla yetki tanınması yonündeki istemin ABD başkanı tarafından olumlu karşılanması ise, bunun gerçeğe dönüşmesi garantısını içermiyor.

Sayılan olumlu ve olumsuz tüm bu faktörlere karşın Bush’un, Dışişleri Bakanı Rice’ın ön hazırlığını gerçekleştirdiği bu Brüksel seferi, sempati mesajları iletmesi açısından başarıya ulaşmış sayılabilir. Verilen sayısız demeç, düzenlenen basın toplantıları, yapılan konuşmalarda hep bir şekilde ABD’nin gücü ve eşsizliği vurgulanırken, istenen hedeflere varmak için Avrupa’nın yardımına ihtiyaç duyulduğu söylemi de ustaca satır aralarına serpiştirilen bir nokta olarak kaldı. Bu nedenle eski Avrupalılar, ABD’nin politikası konusunda şimdiye kadarki temkinli tutumlarını sürdürmeliler. Devletlerarası ilişkileri, göründüğü gibi dostluk ve sempati ögeleri değil, elle tutulur, somut ulusal çıkarlar belirler. Bu konuda George Bush’un Avrupalı dostlarına ayrıcalık yapacağını düşünmek saflık olur.