1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

"Bavulumuza hiç bir şey koyamadık"

24 Ekim 2011

Anne-babaların, Almanya’ya çalışmak için geldiği ilk yıllarda çocukların çoğu Türkiye’de kaldı. O çocukların yaşadığı çeşitli sıkıntılar ise Almanya’ya göçün pek dile getirilmeyen yönü oldu.

https://p.dw.com/p/12xXj
Fotoğraf: picture-alliance/Beynelmilel

60’larda Türkiye’den Almanya’ya çalışmak üzere gelenler, ailelerini memleketlerinde bırakmıştı. Nasıl olsa bir-iki yıl çalışıp, para biriktirip, geri döneceklerdi. Ama çoğu geri dönmedi. Türk işçilerinin önemli bir bölümü 70’lerin başından itibaren önce eşlerini yanlarına aldırdı, çocuklar ise Türkiye’de kaldı. Anne-babalar çocuklarını en güvendiklerini akrabalarına emanet etti. Akrabalarının yanında kalan çocuklar için anne-babasının neden gittiğini anlamak zordu. Çoğu kendilerini terk edilmiş hissediyordu.

Berlinli gazeteci-yazar Gülçin Wilhelm Türkiye'den Almanya’ya göçün 50’inci yılında Orlanda Yayınevi tarafından basılan “Bavul Kuşağı” (Generation Koffer) adlı kitabında, artık yetişkin olan bu çocukların, yani ikinci kuşağın yaşadığı sıkıntı ve travmalara dikkat çekiyor.

“Geceleri yatağımda ağlıyordum”

Berlin’de yaşayan 45 yaşındaki oyuncu Yusuf İslamoğlu, ailesi Türkiye’den Almanya’ya çalışmak için gelen birçok kişiyle aynı kaderi paylaşıyor. İslamoğlu'nun önce babası, ardından annesi Almanya’ya gitmiş. Annesinden ayrıldığında 11 yaşında olan İslamoğlu, Türkiye’de babaannesi ve halasının yanında kaldığı günleri şöyle anımsıyor: “Şimdi geriye dönüp bakıyordum da, aslında o yaşta çok zordu gerçekten, kimseyle bir şey konuşamıyordum. Çok erkenden yatmaya gidiyordum, ağlamak için gidiyordum yatmaya. Çünkü başkalarının yanında ağlayamıyordum. Annemi çok özlüyordum. Annemin gidişi beni çok etkilemişti, içimde çok büyük bir boşluk bırakmıştı.”

47 yaşındaki Pervin Tosun da, çocukluğunda yedi yıl boyunca amcalarının yanında yaşamak zorunda kalmış. Tosun, annesiyle babası Almanya’dan tatile geldiğinde karmaşık duygular yaşadığını anlatıyor. “Annemlerin gelişine yakın bir sevinç vardı. Ama geldiklerinde de tekrar böyle yabancı gibiydik. Ben hep böyle uzaktan seyrederdim annemi. Getirilen hediyelere sevinirdik. Hiç unutmuyorum, bana annem çok güzel bir elbise ve ayakkabı getirmişti. Gidişlerine yakın da farklı bir burukluk hissederdim. Sanki bir kıvılcım yaşarsınız geldiklerinde, gidişlerinde tekrar sönerdi o kıvılcım. Acı bir dönem aslında çok acı.”

Pervin Tosun, 13 yaşında Almanya’ya anne-babası ve kardeşlerinin yanına gelmiş, ama kendi deyimiyle o “acı dönemi” unutamamış. Almanya’ya geldiğinde, annesiyle de, babasıyla da yakın bir ilişki kuramamış. Yusuf İslamoğlu çok özlediği annesinin yanına, yani Berlin’e geldiğinde ise başka bir zorlukla daha karşılaşmış: “Türkiye’deki arkadaşlarımı bıraktım 13 yaşında buraya geldim. Aralık 15’inde geldik buraya. Hava soğuk.... Hiç Almancamız yok. Dışarıda futbol oynuyorlar, bir Türk arkadaş vardı orada. Onun sayesinde biraz girebildim mahalledeki gençlerin arasına. Yoksa tabii çok zordu ilk başlarda.”

Bavul kuşağı

Gazeteci-yazar Gülçin Wilhelm “Bavul Kuşağı” kitabında, çocukluklarında anne-babaları tarafından Türkiye’de akrabalarının yanında bırakılan ve o dönemin izlerini hâlâ taşıyan kişileri ele alıyor. Bu kişilerle röportajlar yapan ve psikologlarla konuşan Wilhelm’in kitabında konuyla ilgili geniş bir analizin yanı sıra sekiz mağdurun portresi yer alıyor.

Bavul, bu çocukların hayatında önemli bir rol oynuyor. Annesiyle babası, Almanya’ya giderken bavullar toplanıyor, tatile geldiklerinde bavullardan hediyeler çıkıyor. Çocuklar da tam bir yere alışmış, yeni arkadaşlar edinmişken, eşyaları bavula konuyor ve bir diğer akrabanın yanına götürülüyorlar. Gülçin Wilhelm, yaptığı röportajlar sırasında “bavulumuza hiç bir şey koyamadık” ifadesini sık sık duyuyor. Gülçin Wilhelm, bu nedenle kitabına “Bavul Kuşağı” adını veriyor.

Wilhelm, artık yetişkin olan bu kişilerin çocukluklarında yaşadıkları travmayı hâlâ atlamadıklarına dikkat çekiyor. “Eşleriyle şöyle bir sorun var: Küçüklüklerinde bu travmayı geçirdikleri için ayrılık korkusu her zaman ilişkilerine yansıyor. Çocuklarla ilişkilerinde de; kendilerinin yaşadıklarını çocuklar yaşamasın diye aşırı bir ilgi ya da tekrar bu ayrılık korkusu yüzünden çocuğun hiç bir zaman yetişkin yaşa da gelse evde ayrılmasına izin vermeme, kopamamak gibi çocuktan...”

“Annemi affediyorum”

Türkiye'den Almanya’ya gelen ikinci kuşağın sıkıntılarının pek konuşulmadığına dikkat çeken Wilhelm, bu konunun adeta bir tabu olduğunu söylüyor. Nedenini de şöyle açıklıyor: “Annemi sevmiyorum veya annemle sorunum var, babamla sorunum var, ki bu insanların özellikle anneyle sorunu var, bunu söylemek tabii çok çok zor bir şey. Herhalde büyük oranda tabulaştırma nedeni bu. Bir de annelerle, babalarla konuştuklarında, bu konuyu açtıklarında, bizi o zaman niye yalnız bıraktınız diye sorduklarında, her zaman nankörlük suçlaması geliyor, biz sizin için Almanya’ya geldik, biz sizin için çalıştık.”

Yusuf İslamoğlu da, Pervin Tosun da yıllar boyunca annelerine “Neden bizi bırakıp gittin?” diye sormuş, sitem etmişler. Ama Pervin Tosun artık annesini affettiğini dile getiriyor: “Annemin ne kadar hassas olduğunu biliyorum bu konularda. Annem de bir takım duygularını bastırdığını sonradan dile getirdi. O anlamda annemi anlamaya çalışıyorum. Daha doğrusu anlamış değilim ama anlamaya çalışıyorum. O zamanki şartlar öyleydi. O anlamda kabullenip, affediyorsunuz.”


© Deutsche Welle Türkçe

Haber: Jülide Danışman / Berlin

Editör: Başak Özay