1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

'Bavyera ağzıyla'

12 Eylül 2012

İlk başta doğum vardı. Benim doğumum. İzmir'de. Türk olarak. Ulusal kimliğime ilişkin sorulara ise çoktan "Alman" diye yanıt veriyorum.

https://p.dw.com/p/167NU
İlknur Bahadır
İlknur BahadırFotoğraf: Binh Truong

İzmir'de doğan oyuncu İlknur Bahadır, Münih'teki oyunculuk eğitimi veren Otto-Falckenberg Okulu’ndaki eğitiminden sonra, Bavyara Eyaleti'nin başkentindeki sahneleri aşındırdı. Bahadır ayrıca Basel, Wuppertal, Berlin'deki Maxim Gorki Tiyatrosu ve Hannover Şehir Tiyatrosu'nda da görev aldı. Televizyonlardan gelen teklifler üzerine aynı zamanda sunucu olarak da görev yaptı. İlknur Bahadır, Buluşma Noktası’nda, göçmen kökenli bire oyuncu olarak edindiği deneyimleri derleyen bir yazı kaleme aldı.

Almanca dışında üç ayrı dil, üç Almanca aksan ve İsviçre Almancası da konuşuyorum. Peki bunların bana, oyunculuğu meslek edinmiş biri ve insan olarak ne faydası oldu?

İlk başta doğum vardı. İsa'nın doğumu. Onu ben doğurdum, çünkü ben Hazreti Meryem'dim. Aşağı Franken yöresindeki Aschaffenburg'a bağlı Kleinostheim Belediye Anaokulu'nun  Meryem'i. Hoş bir şeydi. Kostümümün dikilmesinde annem çok emek sarfetti.

1.Sahne: Meryem ile Yusuf  bir patikada ilerliyor. Oldukça yorgun görünüyorlar.

Meryem: Ah Yusuf, daha fazla gitmeye gücüm kalmadı! Orada, Beytüllâhim'deki onca insan... Ve hiçbiri bizi içeri bırakmadı! Daha ne kadar yürümem gerekiyor?

Uzun sürelerle sahnelerin ahşap zemininde kâh yürüyecek, kâh ayağım takılacak; telâşlanacak, koşacak, acele edecek, dans edecek, yuvarlanacak, duraksayacak, iz peşinde olacak; kâh sahneye çıkacak, kâh sahneden inecektim. Kleinostheim sahnesini izleyen duraklar arasında  Aschaffenburg, Münih, Wuppertal, Zürih, Basel, Baden-Baden, Hamburg, Berlin, Hannover, Ludwigshafen, Bregenz, Ludwigsburg ve Köln vardı.

Ama Meryem'i bir daha hiç oynamayacaktım. Luise'yi de, Kätchen'ı da, Hedda'yı da, Hermia'yı da, Yulia'yı da, Helena'yı da, Nora'yı da, Penthesilea'yı da, Effi'yi de, Lulu'yu da, Johanna'yı da, Mirandolina'yı da, Gretchen'ı da Eve'i de, Agnes'i de Viola'yı da ve başka birçoklarını da oynamayacaktım. Fakat birbirinden farklı 13 televizyon yapımının 11'inde Ayşe olmama izin verildi. Kimdi bu Ayşe? Bir süre sonra anladım ki, bunun aslında bir önemi yoktu. Önemli olan, "Aysche yok Almanca konuşmak… Sade bu önemli olmak, çok kolay olmak: Aysche aynı öbürleri gibi olmak". Ama burada tek zor olan şey, aslında en önemli olan da şeydi: Bu Ayşe hiç bir zaman düzgün Almanca konuşmuyordu. "Hadi bakalım, becersene şunu Illy, sen kara kafa değil misin, senden başka kim becerebilir bunu". En azından her kara kafa olmayan, bunun böyle olacağını düşünür. "Neeee, Lessing, Schiller, Kleist, Goethe, Hebbel'lerle mi büyüdün?! Seni gidi kara kafa seni, yok öyle Göte falân filân! Seni kara kafa Aysche seni! Belki Aysche temizlik kadini, belki terrörist, belki kafası örtülü genç kiz, mutfakta çalışmak veya tiyatro temizleyen hizmetçi kiz..." Tamam, tamam, anladım.



Fakat daha sonra şirin Basel Tiyatrosu'nda ANNA rolünü oynamama izin verildi! Max Frisch'in "Biedermann (Vatandaş Aymazoğlu) ile Kundakçılar"ındaki Anna'ydı bu. Ah ne kadar da sevinmiştim! Komik olan, Anna "tesadüfen" yine bir "hizmetçi kız"dı, ama güzel bir roldü. "Anna, ben seni kendine has, zarif, akıllı, sevecen, cesur bir Anna yapacağım! Evet, benim Anna'm cesur olmalıydı, zira yönetmen, şakacı dramaturg ile birlikte pek mükemmel bir konsept oluşturmuştu: Kundakçılar, paraşütçü çizmeleri, dazlak başları ve hâki parkaları olan neonazilerdi! Vaayy be! Ve tabii kötü niyetliydiler ve yabancılara duydukları  nefreti Anna'ya karşı da duyuyorlardı. Ona eziyet ediyorlar, örneğin saçlarını kesiyorlardı.

İlk prova günü / Okuma provası: "Biedermann (Vatandaş Aymazoğlu) ile Kundakçılar".

Yönetmen daha ilk cümlelerimde sözümü kesiyor.

Yönetmen (çok utanmış ve şaşırmış bir ruh hali içinde sırıtarak):

"Şeey, biraz aksanlı konuşman mümkün mü?"

Oyuncu kız (duraksar, içten içe ağlamaktadır)

"Peki, deneyeyim."

Daha sonraki provalarda Ayşe-Anna şeffaf elbiseler içinde sürekli göbek dansı yapar durumdadır (Ayşe'ler hep böyle yaparlar diye düşünür yönetmen), Alman yönetmenin arzusu üzerine bir de Türk halk türküsü mırıldanmaktadır, Max Frisch'in kullandığı o harika Almanca içinde oraya buraya sendelemektedir ve sürekli ağlamaya devam eder, ama sadece içinden, sadece!



Yıllar akıp gidiyor, toplam 14 yıl. Neredeyse tüm büyük Alman seslendirme firmalarının atölye çalışmalarına katıldım, kayıt stüdyolarını tanıdım. Ah ne kadar da severim bu işi! Rolüm ve ben, birbirimize bu kadar yakın ve tamamen tek başına! Onun dili benim dilim oluyor. Büyülenmiş bir biçimde etüd ettiğim dudakları benim dudaklarım oluyor.  Sadece lisan ile ilgileniliyor! Bana uluslararası roller veriliyor. İranlı, Paştun, Rumen, Acemce, Azerî aksanları ile konuşuyorsunuz. Bir gün bir seslendirme yönetmenine, "Ben sadece Ayşe'ce konuşmayı biliyorum, Paştun dilini pek beceremem" dediğimde, bana Berlin aksanıyla şöyle yanıt verdi: "Ah Bahadır Hanım, onun da üstesinden gelirsiniz siz! Bundan hiç şüphem yok!"

Vaay canına be, benim nelere kâdir olduğumu düşünüyorlar, çok iyi! Sanıyorum mesleğimde artık şu sıralarda dil ustası ünvanını almış bulunuyorum! Bu bile güzel! Güzel de, benim asıl dilim olan, içinde yaşadığım, sevdiğim, yazdığım, rüya gördüğüm, öfkelendiğim, ağladığım, çocuğumu yetiştirdiğim Almanca neden buna dâhil değil? Neden?

Bavyera ağzıyla söyleyecek olursak: "Hay Allah müstakınızı versin!"

İlknur Bahadır
İlknur BahadırFotoğraf: Binh Truong
İlknur Bahadır
İlknur BahadırFotoğraf: Binh Truong

© Deutsche Welle

Metin: İlknur Bahadır

Çeviri: Çelik Akpınar


Editör: Murat Çelikkafa