1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Cenevre Konferansı 75 yaşında

Rudolf Geissler27 Temmuz 2004

Bugün, 1929’da yapılan ve yaralılarla tutsakların savaş hallerinde korunmasına yönelik uluslararası anlaşmasıyla, uluslararası insan hakları hukukunun önemli bir köşe taşı olan Cenevre Konferansı’nın 75. yıldönümü. Bu konferans, 1949 yılında imzalanan Cenevre Konvansiyonu’nun da temelini atmıştı.

https://p.dw.com/p/AbC9
Savaş esirleri çoğu zaman insan hakları ihlallerine maruz kalıyor.
Savaş esirleri çoğu zaman insan hakları ihlallerine maruz kalıyor.Fotoğraf: AP

Savaş kurbanlarının korunmasına yönelik sözleşmeler, 19. yüzyılın ortasına kadar hep geçici nitelikteydi. Bunlar özünde, uygulamasını sadece savaşan tarafların denetleyebildiği teslimiyet anlaşmalarıydı. İnsancıl nedenlerle geniş uluslararası anlaşmalara geçiş ise, 140 yıl önce, yine Cenevre’de oldu. İlk kez diplomatik bir konferansta, o zamanki deyimle, ”savaş alanında bulunan yaralılarının kaderi”nin iyileştirilmesine karar verildi.

Çok taraflı anlaşma

Düşüncenin sahibi, Kızıl Haç hareketinin kurucusu Henri Dunant’dı. Dunant, daha birkaç yıl önce Solferino’da binlerce yaralı askerin yalnız bırakıldığını ve ölüme terk edildiğini unutamıyordu. 1864’te imzalanan çoktaraflı anlaşma, ilk kez uluslararası insan haklarının varlığını belgeledi. Bu anlaşma devletleri, bu hukuku her zaman ve her koşulda uygulamaya yükümlü kılıyordu.

Fakat Birinci Dünya Savaşı, kısa sürede, tank ve makineli tüfekler döneminde yaralıların bakımının kurallarının da acilen elden geçmesi gerektiğini gösterdi. Fakat herşeyden önce, savaş esirlerinin insanca muamele görmesinin sağlanması gerekiyordu. 1929’da bu sağlandı. O dönemin en önemli devletlerinin katıldığı ve Cenevre’de yapılan bir konferansta, on yıl sonra, bu anlaşmanın 20. yüzyılın tüm trajedisini kapsamadığı anlaşılmış olsa bile, çağdaş bir anlaşma imzalandı.

Sivil halkın korunması da konvansiyona ekleniyor

1949’da uluslararası topluluk, İkinci Dünya Savaşı’ndaki insan ölümlerini ve özellikle de, Nazilerin sınai kitle katliamlarını gözönünde bulundurdu. O zaman imzalanan ve hala yürürlükte olan Cenevre Konvansiyonu, ilk kez sadece yaralı ve esirlerin korunmasını değil, ayrı bir belgeyle, sivil halkın da korunmasını amaçladı. Silahsız, savaşmadığı halde kurban durumunda olanların, savaşan taraflarca hedefli cinayetlere, kötü muameleye, ırza geçmeye maruz bırakılmaktan korunması isteniyordu. Cenevre Anlaşması'nın gözeticisi kabul edilen Uluslararası Kızılhaç Organizasyonu'nun sözcüsü Florian Westphal şöyle konuşuyor:

”Savaşan taraflar, özellikle de 4. Cenevre Konvansiyonu’yla, sivil halka doğrudan saldırmamak, askeri ve sivil hedefler arasında ufak da olsa bir ayrım yapmak ve tarafsız insancıl yardım kurumlarının savaş bölgelerindeki bu sivil halka yardım etmesine izin vermekle yükümlü kılındı.”

Savaş esirlerine Kızılhaç yardım ediyor

Kızılhaç çalışanları savaş esirlerini ziyaret ediyor, parçalanan ve sürülen aileleri biraraya getirmeye çalışıyor, yardım nakliyatını düzenliyor. Fakat Westphal, bunun kısıtlı bir gözetim görevi olduğunu kabul ediyor:

”Ancak savaşan tüm tarafların onayıyla çalışabilen silahsız bir insancıl yardım kurumu olduğumuz, savaş hukukunu, güç ya da iktidarımızı kullanarak kabul ettiremeyeceğimiz çok açık. Bu hala savaşan ülkelerin ulusal mahkemelerinin sorumluluğunda. Bu durum Konvansiyon’da çok belirgin şekilde tanımlanıyor.”

Sivillere yeterli yardım yapılamıyor

Konvansiyon 21. yüzyılın devam eden çatışmalarında sivillerin yeterince korunmasına yetmiyor. Savaşların özelleştirilmesi, Afganistan, Kolombiya ya da Sudan gibi ülkelerde görülen savaş beyleri, sınırsız bir kan deryasına dönüşen bu sınırlı çatışmalar, devlet başkanlarının törenlerle attığı imzaları sık sık anlamsızlaştırıyor. Devletlerin dağıldığı yerlerde, insan haklarının nasıl korunacağı bir sorun haline geldi. Bu sorun, 1949 yılında uluslararası topluluğun imzaladığı konvansiyonu tabii aşıyor.