1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Dünya temiz su arayışında

Maryam Bonakdar- Julia Spurzem14 Mart 2006

Temiz su dünyamızın gittikçe azalan kaynaklarından. Bunun nedeni genelde dünyadaki suların azalması değil, kirlenmesi. Perşembe günü Meksika’da başlayacak Dünya Su Konferansı bu sorunun aşılması için önlemleri görüşecek.

https://p.dw.com/p/AaQV
Bu yıl Meksika’da yapılan toplantının bir sonraki durağının adayları arasında Türkiye’de var
Bu yıl Meksika’da yapılan toplantının bir sonraki durağının adayları arasında Türkiye’de varFotoğraf: dpa

Geçtiğimiz yüz yıl içinde dünyada yaşanan nüfus patlaması, su tüketimini de neredeyse ona katladı. Uzmanlar daha bugünden, dünya nüfusunun beşte birinin temiz içme suyuna ulaşma şansına olmadığından hareket ediyor. Artarak devam eden bu eğilimin sonucu, her yıl milyonlarca insanın kirli sulardan dolayı ölümü. Siyasi ve toplumsal çatışmaların nedeni olan su sorununa dikkat çekmek için Birleşmiş Milletler 22 Mart’taki Uluslararası Su Günü’nde ikinci Dünya Su Raporu’nu yayınlayacak.

Almanya'da su tüketimi

Almanya’da kişi başına günde ortalama 120 litre su tüketiliyor. Amerika Birleşik Devletleri’yle kıyaslandığında bu birşey değil. Orada hergün kişi başı 400 litre su kanalizasyona akıyor. Oysa Afrika’nın bazı bölgelerinde insanlar bu miktarda suyla yaklaşık iki ay idare etmek durumunda. Su tüketiminde en büyük sorun ise temiz içme suyu bulunamaması. Alman Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Bakanlığı’ndan Manfred Konuklewitz, kolera ve tifo gibi hastalıkların da sık sık içme suyundan bulaştığını anlatıyor:

“Asıl sorun bu. Yani, kalkınmakta olan ülkelerdeki birçok yoksul insanın kullandığı suyun kirli ve mikroplu olması ve hastalıklara yol açması. Dünyada hergün 6 bin çocuk, kirli sulardan kaynaklanan hastalıklardan ölüyor. Bu nedenle su çok temel bir besin maddesi. Yaşamak için gerekli ve birçok insan için büyük duygusal bir anlamı da var.”

Kaynakların yüzde 2'si tatlı su

İlk bakışta dünyada herkese yetecek kadar su var. Ama bunun ancak yüzde 2’si tatlı su. Yani içmek için kullanılabilecek nitelikte. Yeni teknolojiler tuzlu suların da içilebilir hale getirilmesine olanak veriyor. Fakat bunun masraflarını ancak Suudi Arabistan ya da Körfez ülkeleri gibi varlıklı ülkeler karşılayabiliyor. Bu nedenle kısıtlı bir kaynak olan su yüzünden çatışmalar çıkıyor. Alman Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Bakanlığı’ndan Manfred Konuklewitz şöyle konuşuyor:

“Bu hükümetler ya da ülkeler arasında bir çatışma da olabiliyor. Sadece Orta Doğu’yu düşünün: Filistin’le İsrail arasında sert bir çatışma var. Türkiye’yle Irak arasında, Fırat ve Dicle konusunda kavga var. Ama bazı ülkeler kendi içinde de çok sert çatışmalar yaşıyor. Örneğin, Afrika ülkelerine baktığınızda, suyun çok kısıtlı olduğu Doğu Afrika’da hergün kabileler arasında çatışmalar olduğunu görüyorsunuz. Toprak kavgaları. Bunların arka planında da genellikle su kavgası yatıyor.”

Su yüzünden savaş çıkmadı

Bugüne kadar sadece su yüzünden çıkan bir savaş olmadı. Fakat varolan çatışmalarda su konusunda duyulan endişeler ek çatışma potansiyeli yaratıyor. Örneğin, su akış yollarının bilinçli şekilde değiştirilmesi rahatsızlık yaratıyor. Giderek daha fazla hissedilen iklim değişikliği de gerginliği artırıyor. Su geleceğin petrolü mü olacak, peki? Bonn Uluslararası Değişim Merkezi’nin su uzmanı Lars Wirkus bu soruyu şöyle yanıtlıyor:

“Bir çatışma potansiyeli var, ama ben bunu yeni petrol olarak tanımlamam, çünkü petrolle eşdeğer ekonomik öneme sahip değil. Pazarda ticareti yapılmıyor. Suyla o kadar çok para kazanılmıyor, o yüzden ben onu yeni petrol olarak tanımlamam. Ama yüksek bir çatışma potansiyeli var. Bu nedenle de, bu çatışma potansiyelini karşılamak ve çatışmadan kaçınmak için planlar yapmak önümüzdeki yılların görevlerinden biri.”

Bu tür planların da uluslararası olması gerekiyor, çünkü su kaynakları ülke sınırı tanımıyor. Fakat anlamlı çözümler üretebilmek ve halkın yardım önlemlerini kabullenmesini sağlamak için siyasi ve kültürel ilişkilerin de gözönüne alınması gerekli. Burada kalkınma yardımı, varolan kurum ve yapıların da desteklenmesi anlamına geliyor. Wirkus bunu şöyle açıklıyor:

“Avrupalıların burada çıtayı çok yükseğe koymaması lazım. Eğer bu tür kurumların yaratılması konusunda düşünmeye beş yıl önce başladılarsa, bunların neden ortada olmadığını sormamak gerekir. Bizde, Tuna ve Ren nehirlerinde kurumsallaşmanın da bugünkü halini alması onlarca yıl sürdü. Durum ne kadar acil olursa olsun, bu süreyi Afrika ülkelerine de tanımalıyız. Ama çok iyi ilerlemeler kaydettiler.”