1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Ev, sokaklardan daha tehlikeli

Ayşe Tekin / DW25 Kasım 2005

25 Kasım, dünya kadınları için “Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü” anlamına geliyor. Kadına yönelik şiddete her yerde rastlamak mümkün. Hatta Dünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı bir araştırmaya göre, evler kadınlar için sokaklardan daha tehlikeli. DW’den Ayşe Tekin’in haberi...

https://p.dw.com/p/AaTY
Kadına yönelik şiddete, dünyanın her yerinde rastlanıyor
Kadına yönelik şiddete, dünyanın her yerinde rastlanıyorFotoğraf: dpa

Sadece kadınlar ve kadın kuruluşları değil. Birleşmiş Milletler de kadına karşı şiddetin en yaygın biçiminin “aile içi şiddet” olduğu görüşünde. Dünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı bir araştırmaya göre, on ülkede yaptırılan araştırma kadınların yarısının eşlerinin şiddetine maruz kaldığını ortaya koyuyor.

BM Çocuk Örgütü UNICEF’in uyarısı ise kız çocuklarının sünneti ile ilgili. Her yıl üç milyon kız çocuğunun hijyenik olmayan koşullarda sünnet edilip sakat kaldığını belirten UNICEF, tüm dünyadaki sünnetli kadın sayısını da 130 milyon olarak veriyor.

Almanya’da ise her yıl 45 bin kadın eşlerinin şiddetinden kadın sığınma evlerine kaçıyor. Fransa’da her dört gün de bir kadın eşinin ya da oğlunun, yani ev içi şiddetin kurbanı oluyor. Uluslararası Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü’nde ajanslardan gelen bu iki örnek, şiddetin Avrupa’daki yüzü.

“Kadına yönelik şiddet evrensel”

BM Kadına Karşı Şiddet Özel Raportörü Yakın Ertürk kadına yönelik şiddetin evrensel olduğunu söylüyor. “Kadına yönelik şiddet dünyada gördüğümüz en evrensel olaylardan birisi” diyen Ertürk, sadece bazı ülkelerin bununla mücadele etmekte mesafe katettiğini belirtiyor. Ertürk sözlerini şöyle sürdürüyor:

“Çünkü bu, bir demokrasi, hukuk devleti oluşturma, bunun da ötesinde bir kültürel dönüşüm sağlama meselesi. Batı ülkelerinde hukuk devleti oluşturma açısından daha ileri noktalarda olduğu muhakkak. Çünkü kadınlar hukuk devleti ile birlikte hak arama imkanına sahip olabilmişler. Dolayısıyla ne kadar hukuk yerleşmisse, kadınların hakları da o kadar güvencededir.”

Ama işin bununla bitmediğine dikkat çeken Ertürk, “İsveç gibi kadın hakları konusunda çok büyük mesafeler katetmiş bir ülkede aile içi şiddetin, çok yüksek olduğu duyuruldu bu sene ve bu herkesi çok şaşırttı. Demek ki, sadece hukuk devleti olmakla bitmiyor bu iş. Aile içi şiddet dediğimiz şey, daha farklı yöntemlerin de işe koşulmasını gerektiriyor” diyor.

Yasa çıkarmak yeterli değil

BM, bu yaygın şiddetle mücadele için devlete sorumluluk yüklüyor. Ama Yakın Ertürk’ün belirttiği gibi sadece yasa çıkarmak, şiddetin önlenmesi için yeterli değil. Ertürk’ün önerisi topyekün bir seferberlik. Ertürk’ün açıklamaları şöyle devam ediyor:

“Devlet sorumluluğunu nasıl daha farklı alanda tanımlayabiliriz ki, devlet sadece şiddete tepki göstermesin, şiddete uğrayan kadını koruyup, şiddet yapan erkeği cezalandırmakla kalmasın, ama toplumda şiddeti yeniden üreten değerlerle doğrudan doğruya bir mücadeleye girsin. Yeni topyekün bir mücadeleye gerektiriyor, kadına yönelik şiddetle mücadele etmek.”

Türkiye’de kadına yönelik şiddet

Türkiye’de kadına karşı şiddetin önlenebilmesi için çıkarılan 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Yasa 1988 yılında yürürlüğe girdi. Yasanın hedefi, aile içinde şiddete uğrayan kadınların, şiddet tehdidinden bir an evvel ve güvenli bir biçimde kurtarılmasını sağlamak. Yasaya göre, şiddet uygulayan kişiye, ki bu genellikle koca oluyor, evden uzaklaştırmadan hapis cezasına kadar farklı yaptırılmar uygulanabiliyor. Erkeğin evden ayrıldıktan sonra eşine nafaka ödemesi zorunluluğu da var.

Ama bu yasanın uygulanması kolay değil. Kadının insan hakları için çalışan Mor Çatı kuruluşu bir süredir bu yasayı tanıtmak ve sorunlara dikkat çekmek için bir kampanya yürütüyor. Kampanyaya en fazla destek doğal olarak kadınlardan geliyor. Mor Çatı’dan Avukat Birsen Atakan, kadınların kampanyalarına çok sıcak ilgi gösterdiklerini ve “erkek şiddeti kapı dışarı” dediklerini söylüyor.

İlginç olan kadınların yanı sıra çocukların da dayak atan babayı istememeleri. Avukat Birsen Atakan, bunu kampanya sırasında öğrendiklerini söylüyor. Atakan, kampanyalarının hedefini kadınları hakları, kadın danışma merkezleri, kadın sığınakları konusunda bilgilendirmek, kadın dayanışması içinde şiddetten uzaklaşabileceklerini göstermek olduğunu söylüyor. Ancak yasanın uygulanmasını yetersiz bulan Atakan şunları söylüyor:

“Sadece ve sadece sığınaklar ya da bir danışma merkezi yetmiyor. Toplumun kurumları ile birlikte kadını güçlendirecek mekanizmaların olması ve bunların işlemesi gerekiyor. Avrupa Birliği sürecinde bütün merkezi yönetimlere sivil toplum kuruluşları ile birlikte ortak projelerin yapılması önerilerinde bulunmuştu. Beyoğlu Kaymakamlığı, bu bağlamda bizimle ilişkiye geçerek Beyoğlu Kadın Sığınağı’nı işletmemizi istedi.”

“Kadın sığınakları geçici çözüm”

Yetersiz de olsa kadınlara yönelik şiddeti önleyebilmek için öncelikle şiddet gören kadının sığınabileceği bir yer olması gerekiyor. AB hukukuna göre, 50 bin nüfus başına bir kadın sığınma evi açılması gerekiyor. Bu açıdan bakıldığında, Türkiye’deki kadın sığınaklarının sayısı yok denecek kadar az. Avukat Birsen Atakan bu konudaki sorunları şöyle aktarıyor:

“Birincisi sığınak geçici bir çözüm, kadın daha sonra yine kendi ortamına döndüğünde, şiddetle daha öncekinden çok daha ağır karşılaşmaktan korkuyor. Dolayısıyla sığınağa gitmek yetmiyor, kadının başka şekilde güçlendirilmesi ve desteklenmesi gerekiyor. Ekonomik bağımsızlığının, bir iş ortamının ve gelirinin olması gerekiyor. Ayrıca yasaların yetersiz olsalar bile tam olarak uygulanması gerekiyor. Uygulayıcı merciler, özellikle karakollar yasaları eksik uyguladıkları hatta uygulamadıkları için kadın yeniden bir şiddetle karşı karşıya gelebiliyor.”