1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

"Kıbrıs sorunu 1974'ten önce başladı"

Baha Güngör/DW16 Kasım 2006

Türkiye'nin AB'ye katılım müzakereleri sürerken, KIbrıs sorunu sık sık gündeme geliyor. Hatta Kıbrıs meselesi yüzünden müzakerelerin askıya alınmasının bile söz konusu olabileceği konuşuluyor. Öte yandan sadece Türkiye tarafından kurulan kuzey Kıbrıs' taki cumhuriyet 15 Kasım'da kuruluşunun 23. yıldönümünü kutladı. Deutsche Welle Türkçe Yayınlar Sorumlusu Baha Güngör’ün Kıbrıs sorununa dair yorumu…

https://p.dw.com/p/AZnJ

Ne muhafazakar hükümetler, ne sosyal demokratlar ne de dört yıldır iktidarda olan AKP… Hiçbiri, kördüğüm haline gelen Kıbrıs sorununu çözmeyi başaramadı. Tabii bunun en önemli nedeni, Kıbrıs konusunun, gerek milliyetçi-muhafazakar elit kesim, gerek Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından da ısrarla savunulan resmi ideolijinin vazgeçilmez bir parçası olması.

Kıbrıs sorununun tarihi gelişimine adilane bir şekilde yaklaşılırsa, Türk birliklerinin Temmuz 1974’deki Kıbrıs Harekatı’ndan önce Ada’da yaşananlar da görmezden gelinemez. Harekattan kısa bir süre önce, o dönem Atina’da yönetimi elinde bulunduran askeri cunta tarafından tertiplenen ve nihai amaç olarak Ada’nın Yunanistan’a bağlanmasının güdüldüğü bir darbe gerçekleştirilmişti. Oysa 1959 tarihli Londra Sözleşmeleri’nden itibaren Yunanistan ve İngiltere ile birlikte Türkiye, Kıbrıs konusunda ’garantör devlet’ sıfatını taşıyordu. Nitekim Türkiye, bu sıfatla Kıbrıs’a girerek Ada’nın kuzeyini işgal etti. İngiltere ve süper güç ABD’nin ise bunu engellemek gibi bir niyetleri yoktu. Burada Türk tarafının hatası, Yunanistan’da yedi yıl süren askeri cunta yönetiminin son bulup demokrasiye geçilmesinin ardından da bölünmüş bir Kıbrıs konusunda ısrarcı olmasıydı.

AB açısında bakıldığında da Kıbrıs, etki alanındaki sorunları çözüp büyük bir siyasi güç olma yolunda önemli bir sınav niteliğini taşımaktadır. Ancak burada Türk tarafının savunduğu ve Kıbrıs’ın AB’nin değil de BM’nin ilgi alanına girdiği yönündeki görüş de tümüyle yanlış değildir. BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın Kıbrıs planıyla ilgili Ada’da yapılan referandumun hemen akabinde Rum kesimini yeni üye olarak kabul etmekle AB’nin de işleri pek kolaylaştırdığı söylenemez. Bilindiği gibi Türk tarafı bölünmüşlüğün son bulması yönünde oy kullanmış, Rum kesiminde ise plan reddedilmişti.

Ancak AB’nin yaptığı hatalar bununla sınırlı kalmadı. Türk tarafına yapılan 260 milyon Euro’luk kalkınma yardımı vaadi ve Kuzey’e uygulanan ticari ambargoların kalkmasının gündeme alınabileceği gibi taahhütlerse bu hataların en büyükleriydi. Şu ana kadar bu vaadler yerine getirilmedi. Diğer taraftan Ankara’nın da AB ile Gümrük Birliği Ek Protokolleri’ni imzalamaması gerekirdi. Zira bu, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin fiili olarak tanınması anlamına geldiği gibi Kıbrıs’a ait uçak ve gemilere havaalanı ve denizlimanlarının açılmasını da zorunlu kılıyor.

Yani halihazırda Kıbrıs konusu tam bir açmazda. Recep Tayyip Erdoğan, siyasi geleceğini AB’nin taleplerine karşı takındığı sert tavra endekslemiş durumda. Gelecek yıl yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleri için Erdoğan şimdiden Çankaya yolunda nabız yokluyor. Parlamento seçimlerinde ise milliyetçi-muhafazakar çizgide olan ve Kıbrıs konusunda taviz verilmesini reddeden partilerin sandıktan çıkmaları kuvvetle muhtemel.

Bu durumda da Ankara’da güç dengeleri yeniden belirleninceye kadar Türkiye ile yürütülen müzakerelere ara vermek dışında AB için başka bir alternatif de mevcut değil gibi görünüyor.