1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Merkel'ın ilk yurtdışı performansı

Felix Steiner / DW25 Kasım 2005

Alman tarihine ilk kadın başbakan olarak geçen Angela Merkel’ın politik kariyerindeki hızlı yükselişi sırasında, hem muhalefetten hem de kendi partisi içinden bir çok eleştiri aldı. Vasıfları ve yetkinliği tartışıldı. Merkel, kendine yöneltilen eleştirileri, azmi, inatçılığı ve başarma hırsıyla aşmayı başardı. DW’den Felix Steiner’in yorumu:

https://p.dw.com/p/AZsM

“Yeni göreve gelen hükümet başkanlarının ilk yurtdışı gezileri, yerine getirilmesi gereken diplomatik nezaket ziyareti anlamını taşır. Çoğu zaman, ilk ziyaretin hangi ülkeye yapıldığı, o ülkeye verilen önemi ya da ziyaret sırasının, politik anlamda iyi ilişkiler içinde olunan ülkeler sırasına göre yapıldığı sonucu çıkarılamaz.

Buna örnek olarak, bundan 7 yıl önce eski Başbakan Gerhard Schröder’in ilk göreve geldikten sonra gerçekleştirdiği İngiltere ziyareti verilebilir. Çünkü Schröder, gelenekten olan, ‘bir Alman Başbakan göreve geldikten sonra ilk olarak müttefiki Fransa’da, cumhurbaşkanını ziyaret eder’ adetini bozmuştu. Başbakan Schröder’in bu ziyareti, siyasi ve insani açıdan çok iyi anlaştığı Tony Blair ile aralarındaki dostane ilişkiye mal edilmişti.

Ancak Schröder iktidarının son dönemlerinde durum değişti. Başbakan ve Jacques Chirac, Irak savaşı yüzünden yaşanan tartışmalarla giderek birbirlerine yakınlaşırken, Blair ile araları açılmaya başladı. Helmut Kohl döneminden beri İngiltere ve Almanya arasında sürdürülen konsültasyonlar yapılmaz oldu.

Merkel’in ziyaret programı bu yüzden zekice belirlenmişti. İlk durak, 1963’te imzalanan Elysee Anlaşması’ndan beri adet haline gelen ziyaretle, Fransa-Almanya ilişkilerinin pekiştirildiği Paris. İkinci durak ise aynı gün, Paris ve Berlin tarafından küçük devletlerin vesayetinin üstlenildiği ve onlar adına karar verildiği tepkilerini bertaraf etmek istercesine Brüksel.

Brüksel’deki temasların sırasının bile sembolik anlamlar içerdiği söylenebilir. Önce, ilişkilerini tekrar düzene koymak istediği ABD ile arasında iktidar kavgası yaşanan NATO Genel Sekreterliği. Ve sonrasında güveni sekteye uğramış, 2 ayrı anayasa referandumu krizini, yapılan manevralarla aşmaya çalışan ve bunun ardından 6 aylık bir bekleme sürecinden sonra nihayet bütçe konusunda muhatap alacağı bir Alman hükümetine kavuşan Avrupa Komisyonu adına, Komisyon Başkanı’na yapılan ziyaret.

Tüm bunların mantıklı bir sonucu olarak da bir gün sonra gerçekleşen, Avrupa Birliği Dönem Başkanı Tony Blair’e yapılan Londra ziyareti. Blair, İngiltere’nin dönem başkanlığının sona ermesine az bir süre kala son bir başarı hamlesi yapmak niyetindeyse, kutuplaşma yerine daha çok arabulucu konumunda olan bir Alman Başbakanı’na ihtiyacı var. Ancak Merkel’in, Paris, Brüksel ve Londra gezilerinde de açıkça dile getirdiği şey; İngiltere ile olan sürtüşmenin çözümünün, Almanya’nın AB borçlarını tek başına sırtlanması anlamına gelmediği. Ancak Merkel bu saptamalarının yanında, sadece tek başına hareket etmeyen ve aceleci kararlar almayan bir başbakan portresi çizmeyi de başardı.

Angela Merkel, göreve geldiği üç gün içerisinde gerçekleştirdiği ziyaretlerle, aleyhine söylenen ve bir başbakanın taşıması gereken özellikleri taşımadığı ileri sürülen söylemlerin asılsızlığını ortaya çıkardı. Başbakan’ın katılacağı bir sonraki AB Zirvesi ya da Varşova, Washington ve Moskova ziyaretlerinde sergileyeceği performans da merakla bekleniyor.”