1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Ruanda Genozid

7 Nisan 2009

Orta Afrika ülkelerinden Raunda, bundan 15 yıl önce tarihin en vahşi katliamlarından birine sahne oldu. Günümüzde, yüz binlerce kişinin hayatını kaybettiği olayın yaraları sarılmaya çalışılıyor.

https://p.dw.com/p/HRoA
Fotoğraf: picture-alliance/ dpa

Birleşmiş Milletler'in Ruanda özel temsilcisi Jacques-Roger Boo-Boo, soykırımdan iki ay önce çektiği telgrafta, felaketin yaklaştığını bildiriyordu. Özel temsilci telgrafında şu ifadelere yer vermişti.

"Şiddet içeren protesto gösterileri, gece saatlerinde el bombasıyla saldırılar kadar siyasi ve etnik cinayetlerde artış gözlemleniyor. Elimizde, silahlı grupların mühimmatlarını güçlendirdikleri ve bunları yandaşlarına dağıtmak istedikleri yönünde güvenilir bilgi var. Şayet bu gerçekleşirse güvenlik durumu kötüleşecektir. Dahası bu durum Birleşmiş Milletler çalışanlarıyla sivil halka yönelik ciddi tehdit oluşturacaktır.”

Katliam engellenenbilirdi

Bu telgraf bir katliamın yaşanacağını gösteren pek çok işaretten sadece biriydi. 1993 yılından itibaren Birleşmiş Milletler barış gücünün görev yaptığı Ruanda'da, Amerikan askerleri de Tutsilere saldırıları, radikal Hutu misillerine silah sevkiyatını ve milislerin eğitilmesi için gizli kamplar olduğunu Birleşmiş Miletler'e bildiriyordu. İngiliz yazar Linda Melvern başka kanıtlar da olduğuna söylüyor:

Völkermord Friedhof Ruanda
Fotoğraf: AP

"Örneğin Belçika hükümeti tehlikelerden haberdardı ve olaylar patlak vermeden bir hafta önce, ABD ve İngiltere’nin Birleşmiş Milletler’de görevli diplomatlarından ülkede barış gücüne bağlı asker sayısının artırmasını istedi. Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere ise mali sebeplerden dolayı bu istediği geri çevirdi. Bu soykırımı planlayanlar açısından verilen kötü bir mesajdı. Planlarını gerçekleştirebileceklerini ve dünyanın da hiçbir şey yapmayacağını biliyorlardı."

BM müdahale etmedi

İngiliz yazar Linda Melvern, “İhanete Uğrayan İnsanlar: Ruanda Soykırımında Batı’nın Rolü” adlı kitabında Batılı ülkelerin tavrını mercek altına aldı. Ruanda'da işlenen suçlar için kurulan Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi'nde bilirkişi olarak görev yapan Melvern, soykırım 7 Nisan 1994 tarihinde başladığında mavi berelilerin olayları izlediklerini aktarıyor. Başbakan, BM askerlerinin gözü önünde kaçırılarak öldürülüyor, saldırılara hedef olan 3 bin Tutsi Belçika birliklerine bağlı barış gücü askerlerinin bulunduğu bölgeye sığınıyordu. Ancak Belçikalı askerler de öldürülünce birlik bölgeden çekilmiş ve savunmasız kalan Tutsiler, Hutu milisleri tarafından katledilmişti. Tüm bu yaşananlara ne Birleşmiş Milletler gücü ne de başka bir devlet müdahale etmişti. Linda Melvern dünyanın gelişmelere kulak tıkadığına dikkat çekiyor:

Opfer des Völkermordes in Ruanda Vorwürfe gegen Frankreich
Fotoğraf: AP

"Dünya yardım etmek yerine eski Yugoslavya ile meşguldü. Soykırım başladığında Birleşmiş Milletler ve Batılı basın Balkanlardaki gelişmelerle meşguldü. BM ve medya için Ruanda öncelikli bir konu değildi. Hatta uluslararası yardım kuruluşu Oxfam, 29 Nisan'da ilk kez soykırımdan söz ettiğinde bile hemen hemen hiçbir gazete konuyla ilgili haber yapmadı. Bu, siyasetin olduğu kadar medyanın da başarısızlığıdır."

Batı kayıtsız kaldı

Uluslararası birliklerin görevi ise yabancıları ülkeden çıkartmakla sınırlıydı. Oysa Birleşmiş Milletler'in Kanadalı Komutanı, uluslararası gücün, soykırımı durdurmak zorunda olduğu yönünde uyarıda bulunuyordu. Ancak BM Güvenlik Konseyi, onu soykırıma seyirci kalmaya mahkûm etti. Batılı politikacılar soykırım kelimesini ağızlarına bile almadılar. Dönemin ABD Başkanı Bill Clinton, aşiretler arası savaştan söz etmişti. Dönemin BM Genel Sekreteri Kofi Annan ise yıllar sonra sorumluluk üstlenen nadir kişilerden biri oldu:

"Hep birlikte, Ruanda'da 800 bin masum erkek, kadın ve çocuğu koruyamadığımızı asla unutmamalıyız. Soykırımı engellemek için yeterli çabayı göstermediğimiz konusunda sorumluluk almak zorundayız."

Daniel Pelz / Deniz Eğilmez

Editör: Hülya Köylü