1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Tehlikeli popülizm

Baha Güngör / DW12 Ekim 2004

Almanya’da ana muhalefetteki Hristiyan Demokrat Birlik Genel Başkanı Angela Merkel, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı bir imza kampanyası önerisine destek verdi. Türkiye’ye "imtiyazlı ortaklık" verilmesinden yana olan Merkel, üyeliği reddeden bir imza kampanyasının düşünülebileceğini söyledi. DW’den Baha Güngör’ün bu konudaki yorumu:

https://p.dw.com/p/Aa0U

"Hristiyan Demokrat lider Angela Merkel tasarladığı Türkiye’nin AB üyeliğine karşı imza kampanyasıyla Almanya’da tehlikeli bir iç politik kutuplaşmaya yol açabilir. Esas gerekçesi ne olursa olsun, böyle bir niyet gündeme geldiğinde çoğunluk bunu Türk ulusuna ve Türk kültürüne karşı bir etkinlik olarak algılayacaktır.

Böyle bir adıma alet olmak; Almanya’da 2.5 milyon, AB ülkelerinin bütününde 4 milyon nüfusuyla varlığını sürdüren Türkiye insanından yana ya da ona karşı olmak anlamına gelmektedir. Almanya’daki Türkler’i yaralayan bu gelişmenin sert tepkiler doğurmasını, hatta imza kampanyası tartışmalarının ”savaş ilanı” biçiminde algılanmasını haklı görmek gerek.

Hristiyan Demokrat Birlik lideri Angela Merkel’in bu önerisiyle her türlü sağduyudan yoksun ve düzeysiz bir popülizm sergilediği aşikar. Ancak popülizmin, siyasi etkinliğin belirleyici ögesi olarak nesnel tartışmaların yerini tutamayacağı da bir gerçek. Yapılan kamuoyu anketlerinde, Almanya’nın güncel ekonomik sorunlarından bunalan insanların Berlin’in duvarlı haline özlem duymasından yola çıkarak, ülkenin yine boydan boya duvar ve otomatik ölüm makinalarıyla donatılmasını kimse gerçekten düşünebilir mi?

AB’nin doğu ve güneydoğu yönüne doğru genişlemesi, gerekli ve doğru bir karardır. AB’nin sadece ve yalnız ekonomik refahın artmasını hedefleyen bir ittifak olmadığı, demokrasi, insan hakları gibi değerleri savunduğu, azınlıkların korunması, din ve kültürlerarası diyaloğun, Avrupa’nın coğrafi sınırlarının da ötesinde geçerlilik kazanması gibi ilkeleri yaymak istediği de uzun zamandır bilinmektedir.

İşte Türkiye’nin, böyle bir ittifakın bünyesinde göreceği kabulün ölçüsü, Avrupalılar’ın ciddiyetini belirlemek, onların kıtalarötesi ilişkilerinde, dünya politikasında daha etkili bir konum elde etme şanslarını artırmak açısından büyük anlam taşımaktadır. Kısacası; Almanya gibi Avrupa’nın da hedeflediği ”küresel aktör” rolünü üstlenmek için yeterli olup olmadığı konusunda Türkiye ile ilişkiler önemli bir sınav niteliği taşımaktadır.

Ancak Türkiye’nin AB üyeliği konusunda dile getirecekleri bir ”evet” ya da ”hayır” karşılığı için bile sorumluluk üstlenmeyerek, bu kararı halkın oyuna bırakan Fransa Devlet Başkanı Jacques Chirac gibi gerekli basiret ve olgunluğu gösteremeyen politikacılar dışında, Alman Hristiyan Demokratları gibi imza kampanyası türünden çok daha ilkel emellere alet olanlar da var.

Alman muhafazakarlarının bu niyeti haklı olarak hükümet ve koalisyon ortağı partilerin eleştileriyle karşılaşırken, kendi saflarından bile tepki gördü. Örneğin; öteden beri, terörizmin Avrupa’da kol gezmesine yol açacağını savunarak Türkiye’nin birlik üyeliğini reddeden Hristiyan Demokrat Meclis Grubu Başkanvekili Wolfgang Bosbach bile parti lideri Merkel’in bu atağı konusunda, yanlış anlamalara neden olacağı savıyla rahatsızlığını dile getirebiliyor.

Şimdi bu aşamada yeni bir kutuplaşmanın ne denli gerekli olduğu tartışılabilir. Çünkü henüz, bırakınız Türkiye’nin AB üyeliğine kabulünü, üyelik müzakerelerine başlanması için bile ortada bir karar yok. Ankara’nın üyeliğini savunan bir dizi haklı nedene karşılık, AB bünyesinde bir Türkiye’ye ilişkin anlaşılır korkuların da hakim olduğu şu ortamda, en az 15 yıl sonra düşünülebilecek bir tam üyeliğin, nesnellikten uzak gerekçelerle şimdiden tartışılması doğru değil. Bu konudaki siyasi ve toplumsal yaklaşımın olgunlaşması için zamana şans tanımak gerekir.

Birlik partilerinin bu önerisiyle, polemik sarmalı sonunda iyice tırmanırsa, bundan en fazla Almanya’nın ötedenberi savunduğu, hümanizm ve hoşgörü temelleri üzerine kurulu aydınlık demokrasi zarar görür. İnsanları din ve kültürleriyle aşağılayan bir popülizm, önceden kestirilemeyecek zararların tehlikesini içermektedir.

Sokaktaki insan sürülerinin yeniden ”Türkler dışarı” diye bağırması, Türk dükkanlarının boykot edilmesi, Türkler’e ait ev ve işyerlerinin yine taş ve bombaların hedefi olması gibi gelişmeler yeniden yaşanabilir. Bu durumda Mölln ve Solingen’deki saldırı kurbanı Türkler’in belleklerde tazeliğini koruyan anıları dışında 9 Kasım tarihi de yeniden anlam kazanacaktır. Yalnız; 1989’da Berlin duvarının yıkılmasının değil, 1938 yılındaki Yahudi düşmanı taşkınlıkların yıldönümü olarak."