1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Çin, reformların 25. yıldönümü kutluyor

Rainer Sollich19 Ağustos 2004

Ekonomisi olağanüstü hızla büyüyen Çin, çokuluslu holdingler için cazip bir yatırım alanı olmaya devam ediyor. Çin’deki büyüme, petrol fiyatlarına dahi tesir eder hale geldi; veriler, 2000-2003 yılları arasında dünya petrol piyasalarına arzedilen petrolün yüzde 40’ının, Çin tarafından tüketildiğini ortaya koyuyor. Çin’de milli ekonominin hızla gelişmesinin temelleri, bundan yaklaşık 25 yıl önce, reformcu politikacı Deng Xiaoping tarafından atıldı. DW’den Rainer Sollich, 25 yıllık reform sürecinin bilançosunu çıkarıyor.

https://p.dw.com/p/AbAE

Sovyetler Birliği liderlerinden Leonid Brejnev, döneminin sonlarına doğru Sosyalist plan ekonomisinden vazgeçme kararı almış, kapitalist sisteme geçişin geliştirilmesi gerektiğini savunur olmuştu. Brejnev ve takipçileri, gençleri emperyalist Batı ülkelerinde üniversite eğitimi almaya yönlendirmiş, atılan adımların, nihai Komünizm hedefinden uzaklaşma olarak yorumlanmaması gerektiğini, hedefe varırken kullanılan bir başka yolun seçildiğini ileri sürmüşlerdi.

Çin Halk Cumhuriyeti de buna benzer bir değişim sürecine, bundan 25 yıl önce yöneldi. ”Kedinin kara mı beyaz mı olduğu önemli değildir. Fare yakalayabiliyor mu? Sen ondan haber ver!” Dönemin reformcu siyasetçisi Deng Xiaoping, bu sözlerle Çin Sosyalizmi'nin hem mezarını kazmış diğer yandan da vadesini uzatmıştı. Xiaping, aslında Çin ekonomisini başarılı kılacak her türlü adımın artık mübah olduğunu söylemek istiyordu. Milli ekonominin başarısı, Çin Komünist Partisi’nin iktidarını güvence altına alması demekti. Komünist Parti, bugün bir yandan vatandaşlarına gündelik hayatta çeyrek asır önce akla dahi gelmeyecek bazı özgürlükler tanıyor, ama buna karşılık siyasi katılımın s’si dahi hayata geçirilmiş değil.

Batılı ülkeler Çin ekonomisini takdir ediyor

Parti, Batı’da hayranlıkla takip edilen bir ekonomik büyümeye titizlikle bekçilik ediyor. Batılı ülkelerin gıpta ettiği bu ekonomik büyümede maalesef sosyal adaletin zerresi dahi yok. Şanghay ve Pekin’de yaşanan ekonomik patlama, tarım alanında çalışan Çinlilerin sırtına yük olarak biniyor. Büyümenin bellerini göçerttiği Çinli köylüler, nüfusunun üçte birini meydana getirmelerine rağmen, ekonomik zenginliğin dağıtıldığı büyük metropollerden uzak tutuluyorlar. Köylü akınına ikamet izni sistemi kullanılarak set çekiliyor. Çin’in küreselleşme sürecinin kaybedenleri, köylülerden başkası değil. Bir Çinli köylünün yıllık ortalama kazancı, Pekin’de bir işadamının öğle yemeğinde ödediği faturaya denk gelebiliyor.

Çinli reformcu Deng Xiaoping yaşasaydı, bu pazar, yani 22 Ağustos’ta, 100’üncü doğum gününü kutlayacaktı. Çin’i çokuluslu holdingler açısından cazip bir yatırım alanına, küresel ucuz emek cennetine dönüştüren süreç, Xiaoping tarafından başlatıldı. 1989 yılında, Çin askerlerine savunmasız üniversite öğrencilerini kurşunlamaları talimatını veren yine Deng Xiaoping’den başkası değildi.

Evet, Çin’de çeyrek asırlık reform süreci geride kaldı. Reformlar, gelenekleri özel sektörde başarılara imza atmaya uygun bir toplumun, bileklerindeki ”planlı ekonomi adı verilen kelepçenin” bir kenara atılmasını temin etti. Ekonomik büyüme, iyi güzel ama, kimse 25 yıldır kademe kademe hayata geçirilen reformların, toplumsal alanda daha ne gibi sonuçlara yol açabileceğini kestiremiyor. Diğer yandan Çin halkı, hala mazide kalmış eski püskü sloganlarla uyutulmaya, Tayvan’a yönelik milliyetçi söylemlerle mecrasında tutulmaya çalışılıyor. Aslında Çin toplumunu hala birarada tutan tek unsur, refaha, zenginliğe olan büyük hasret.

Çin uluslararası alanda sorumluluklar üstleniyor

Buna karşılık Çin Halk Cumhuriyeti’nin karnesinde olumlu notlar da var: Pekin, her geçen gün uluslararası alanda daha fazla sorumluluk üstleniyor. Çin geçmişe kıyasla, daha güven verici hale geldi. Ancak Çin, uluslararası alanda Amerika Birleşik Devletleri’nin ciddiye alabileceği bir rakip haline gelmek istiyorsa, siyasi katılımı toplum hayatına adapte etmeli, ekonominin ürettiği zenginliğin daha hakça dağılımını sağlamalı.

Bir zamanlar Deng Xiaoping’in açtığı yolda ilerleyen Çinli yöneticilerin önünde duran en büyük görev, ülke istikrarını tehlikeye atmadan, adım adım demokrasiye geçişin önünü açmaktır. Maalesef günümüzde Çin’in sergilediği profil, bu yönde en küçük bir adımın dahi atılmadığını ortaya koyuyor.