1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

06.10.2004 - Alman basınından özetler...

Derleyen: Beklan Kulaksızoğlu6 Ekim 2004
https://p.dw.com/p/Abt8

Alman basını bugün de Türkiye’nin AB üyelik süreci ile ilgili yorumlarla dolup taşıyor. Yorumlarda Türkiye’nin Avrupa’ya ait olup olmadığı sorusunun yanında Avrupa’nın kendisinin de sorgulandığı dikkat çekiyor.

Neue Presse

gazetesinin yorumunda şu satırları okuyoruz:

"Şimdi Paris ve Brüksel’de Türkiye konusunda referandum talep ediliyorsa bu, sadece karar alıcıların beceriksizliğini ve çaresizliğini gösterir. Avrupa bütünleşme süreci ülkelerdeki seçmenlerin oylarına bırakılsaydı bugün AB şu an bulunduğu yerde olmazdı. Ve kıtada kalıcı barış, siyasi ve ekonomik güce de ulaşılamazdı. Peki şimdi bu gerginlik niye? Sonuçları ancak 15 yıl sonra belli olacak bir müzakere sürecine niye rahatça başlayamıyorlar? Ve en önemlisi, Brüksel ve Birlik’e üye ülkeler kendileri bu kadar çalkalanırken vatandaşlarını tarihi bir adımın gerekliliğine nasıl ikna edecekler? Avrupa bu kadar ödlekçe politikaları hak etmiyor. Ankara da."

Tageszeitung

’un yorumunda da referandum fikrinin önemli tehlikeleri beraberinde getirebileceğine dikkat çekiliyor.

"Halkoylamalarına karşı değiliz. Örneğin acil ihtiyaç duyulan Avrupa Anayasası’na Avrupa çapında bir referandum ile meşruiyet kazandırılacak. Ama müstakbel Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Barroso şimdi kalkıp Türkiye’nin üyeliği konusunda referandum yapılmasını isterse bu siyasi açıdan dargörüşlülüktür. Bu tür halk oylamaları yetenekli bir demagogun elinde tehlikeli araçlara dönüşebilir. Örneğin, halklar arasında yıllardır gelişen bir yakınlaşma süreci, ‘Türkleri Avrupa’da istiyor muyuz, evet mi hayır mı?’ gibi tek bir soruya indirgendiğinde."

Thüringer Allgemeine

gazetesinin yorumunda ise Türkiye’ye üyelik perspektifinin daha 1963 yılında verildiği, Türkiye’nin Avrupa Konseyi ve NATO üyelikleriyle çoktan Avrupa’nın bir parçası olduğunu gösterdiği hatırlatılarak şu ifadelere yer veriliyor:

"Türk gelin, takmış takıştırmış kapının önünde duruyor, AB ise sadece kapı deliğinden bir göz atacağı sözünü veriyor. Muhalefetteki Hristiyan Birlik partileri Başbakan Schröder’i Türkiye konusunda tek başına hareket etmekle suçlarken, eski liderleri Kohl ile Genscher’in bu yolu çoktan açmış olduğunu görmezden geliyor. Angela Merkel gibi sürekli fikir değiştiren ve partisindeki dağınık hava karşısında pes eden bir kişi Avrupa’da güvenilir bir ortak olarak kabul edilemez. Zamanında Türkler’in Almanya’ya gelmesi için din farklılığına bakmaksızın kapıları sonuna kadar açan yine kendi partisiydi."

Westdeutsche Zeitung

’un yorumunda ise şu satırlar yer alıyor:

"Ankara’nın hırslı yaklaşımının AB üzerinde yarattığı baskı olumlu. Yakın gelecekte yeniden genişleyecek olan AB siyasi bir anlam taşıyacaksa sadece Türkiye’de değil, Brüksel’de de yapıların değişmesi gerek. Avrupa dünyada hala önemli bir güç haline gelmiş değil. Irak savaşı bunu bir kez daha kanıtladı."

Die Welt

gazetesinin yorumunda şu satırlar yer alıyor:

"Türkiye’nin üyeliği ile AB, Avrupa düşüncesini en azından kısmen rafa kaldırmış olacak. Türkiye Avrupa değil ve milli karakterini tamamen terketmezse hiçbir zaman da olmayacak, ki milli karakterini bırakması da zaten beklenemez. Türkiye şu an reform yolunda ilerlese de ülkenin İslami hareketin etkisinde geriye yöneldiğini gösteren işaretler var. Bugünden bakıldığında, mali entegrasyon başarılamayacaktır. Şu an görünen, müzakerelerin olumlu bir sonuca ulaşamayacağıdır."

Rhein-Neckar-Zeitung

’un yorumunda ilerleme raporunun getirdiği koşullar eleştiriliyor:

"AB üyelik müzakereleri sonuçsuz kalabilirmiş, bazı ülkelerdeki referandumlar sonucunda durdurulabilirmiş ya da Ankara’nın siyasi irade göstermemesi ile yarıda kesilebilirmiş gibi yapmak sadece birşeyi ele veriyor, o da korku ve güvensizlik. Böyle bir senaryo gerçekçi değil. AB ‘evet’ derse bu bir karardır ve bu karardan geri dönmek Avrupa’ya büyük zarar verir. Buna karşılık dürüstçe ‘hayır’ demek hoş olmayacaktır, ama kıyaslandığında vereceği zarar daha az olur."

Hamburger Morgenpost

gazetesi yorumunda, Komisyon’un tavsiye raporunun son derece gevşek formüle edildiğini ve acil çıkış kapılarının bırakıldığını, Brüksel’in her an müzakerelere ara verebileceğini, hatta sona erdirebileceğini hatırlatıyor.

"Türkiye’ye belki 15 yılda olası bir üyelik seçeneğinin verilmesinin ne riski var? Eğer dürüst olunacaksa neredeyse hiçbir riski yok. Peki özellikle bazı Alman partilerinin bu isterik tepkileri niye? Bilinmeyen, tanınmayan yaratık Türk’e duyulan korku mu? Türkler çoktandır devlet dairelerinde, parlamentolarımızda oturuyorlar. Yoksa AB içinde refah düzeyinin düşmesinden mi korkuluyor? O zaman aynı polemikleri Balkan ülkeleri konusunda da yapmamız gerekirdi. Kesin olan şu: Belki 2019 yılında üye olabilecek bir Türkiye ile bugün tanıdığımız Türkiye arasında siyasi açıdan fazla bir benzerlik olmayacaktır."

Son olarak Süddeutsche Zeitung gazetesinin yorumuna yer veriyoruz:

"Kendi kazdığı kuyuya düşmek... Bu söz, Avrupa’nın bugün içinde bulunduğu durumu çok iyi yansıtıyor. Brüksel, eski tabiriyle ‘Boğaz’daki hasta adamı’ 40 yıl boyunca tatlı vaatlerle oyaladı. Şimdi artık yolun sonuna gelindi. En azından Avrupa Komisyonu böyle düşünüyor. Günter Verheugen hasta Ankara’nın müzakereler için gerekli olgunluğa ulaştığını doğrulayan raporu verdi. Aralık’taki zirvede Avrupalı liderlerin bu tavsiyeye uyacaklarına kuşku yok. Avrupa kıtası tarihinde yeni bir dönem başlıyor."