1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

18.10.2004 - Avrupa basınından özetler...

Derleyen: Çelik Akpınar18 Ekim 2004
https://p.dw.com/p/Absz

Alman basının bülyük bir bölümünde bugün anamuhalefet Hristiyan Demokrat Birlik Genel Başkanı Angela Merkel ve partisine ilişkin yorumlar ağırlıkta. Merkel’ın, Türkiye’nin olası AB üyeliğine karşı imza kampanyası başlatma önerisi türündeki son çıkışları ve parti içindeki konumu mercek altına alınıyor. Berlin’de yayımlanan Tageszeitung gazetesinde özetle şu satırlar yer alıyor:

”Angele Merkel, Sosyal Demokrat - Yeşil koalisyon hükümetinin ‘sivil toplum‘ reform projesini gözardı etmişe benziyor. Elindeki Türkiye jokerini pervasızca kullandı. Sonunda oldukça yıprandı. Yaptığı bu siyasi gafın, 2006 yılındaki başbakanlık seçimlerinde adaylığına mal olup olmayacağını ise zaman gösterecek. Ama şimdiden kesin olay şey, Alman politikacıların Türkler hakkındaki önyargıları kullanarak oy kazanma sevdasından vazgeçecek olamalarıdır. Bu da büyük bir başarıdır.”

Mitteldeutsche Zeitung

gazetesi aynı konuda şu görüşlere yer veriyor:

”İktidar koltuğuna talip olanların sorması gereken soru şu olmalı: Muhafazakar erkek politikacılar kadrosu Merkel’ı Almanya’nın kadın başbakanı olarak görmek isterler mi? Hayır. O yüzden de, özünde aynı düşüncede oldukları bir konuda onu ortada bırakıyorlar ve Hristiyan Sosyal Birlik’in ortaya attığı Türkiye’nin AB üyeliği karşıtı imza kampanyası gibi gülünç tiyatrolar sergiliyorlar. Hatta Thüringen Eyaleti Başbakanı Dieter Althaus gibi kimi politikacılar, tüm çalkantıların ardında aslında Merkel‘a karşı düzenlenen entrikaların yattığından şüpheleniyorlar.”

Heilbronner Stimme

adlı gazete ise gündemdeki Türkiye’nin AB üyeliği konusunda devam eden tartışmalara yeni bir boyut getirdiği yorumunda özetle şu görüşleri savunuyor:

”Sadece İslam üzerine yapılan tartışmalar, ufukları daraltmakla kalmıyor. Türkiye’nin üyeliği durumunda sadece Türkiye üzerine konuşmak da işin kolayına kaçmak anlamına geliyor. Sözkonusu olan, bir ülkenin üye alınmasının ötesinde anlam taşıyor. Brüksel ve AB’ne üye 25 ülke şu temel soruya yanıt vermek durumundalar: Nasıl bir Avrupa istiyoruz? Birliğin derinliğini mi, yoksa genişlemesini mi istiyoruz? Zira, herikisi mümkün değil. Ortak para birimi, serbest dolaşım, ekonomi, hukuk ve çevre konularında ortak yasa ve standartlara ilişkin işbirliğini yoğunlaştırmak mı hedef? Yoksa sadece genişlemek, büyümek mi? Nihai kararın nitelik, yani kaliteden yana çıkması beklenir.”

Benzer bir yorum da Türkiye’nin olası AB üyeliği konusunda geçen hafta Fransa Meclisi’nde yapılan görüşme ile bağlantılı olarak Le Telegramme adlı Fransız gazetesinden geliyor:

”Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, Ulusal Meclis’teki can sıkıcı görüşme ile Türkiye sorununu başından attığına inanıyorsa, yanılıyor. Monoton da olsa meclisteki tartışma şu soruyu ortaya attı: Nasıl bir Avrupa istiyoruz? Kökenleri tarihi geçmişten kaynaklanan ve net sınırları olan bir Avrupa mı, yoksa demokratik ve liberal ülkelerden oluşan, özünde sınırları olmayan, İngiliz dili ve İngiliz hukuku ile birbirine kenetlenmiş, dev bir pazar konumunda bir oluşum mu? Bu bir anlamda ABD’nin devamı niteliğinde bir oluşum anlamına gelirdi.”

Türkiye’nin AB’ye olası üyeliği konusunda Almanya Dışişleri Bakanı Joschka Fischer’in haftalık siyasi dergi Der Spiegel’e ile yaptığı mülakat dikkat çekiyor. Mülakatta Fischer’e, Türkiye’deki başdöndürücü reformların AB ile müzakareler dışında, tank sevkiyatını da mümkün kıldığı anımsatılıyor. Fischer, bu konuda Türkiye’den henüz bir talep gelmediğini, ayrıca bu konudaki belirlemelerin AB ve NATO bünyesindeki ortaklarıyla savunma işbirliğine gitmesine de mani olmadığını vurguluyor. Fischer, Amerika’da yaşanan terör felaketinden sonra, Avrupa’nın güvenliğinin Yakın ve Ortadoğu sınırlarından da geçtiğinin ortaya çıktığına da dikkat çekerek, Türkiye’nin stratejik önemini bu kapsamda vurguluyor. Alman Dışişleri Bakanı, bu durumda üyelik müzakerelerini onay dışında, imtiyazlı ortaklık da dahil, her kararın Türkiye’nin üyeliğini ret anlamına geleceğini belirtiyor ve görüşme sürecinin sonunda Türkiye’ye evet yanıtının çıkacağını beklediğini vurguluyor.

Neue Züricher Zeitung gazetesinde Almanya Başbakanı Gerhard Schröder’in Libya gezisine ilişkin şu eleştirel yorum göze çarpıyor:

”Politika yapılırken, tarihe aykırı düşmeme ve yapılan işin sorumluluğunu üstlenme gibi noktalara dikkat etmek gerekir. Politika pragmatik olabilir, ancak bu yapılırken tarih gözardı edilemez. Ne var ki Libya konusunda Avrupalı politikacılar sanki olayların bir geçmişi yokmuş gibi davranıyorlar. Herkes devrim lideri Kaddafi’yi görmek istiyor. Teröre mücadele bayrağını açmış olan Tony Blair’den, Berlusconi’ye ve Kaddafi’yi kucaklayan Romano Prodi’ye kadar bir dizi politikacı. Geçen hafta da Rusya’nın Çeçenistan politikalarını anlaşılabilir bulan Almanya Başbakanı Gerhard Schröder, Libya’ya ziyaretinde yine ne kadar sağduyudan yoksun olduğunu kanıtladı. Schröder, Libya diktatörünü yıllar önce Libya ajanlarının eliyle kana bulanan başkent Berlin’e bile davet etti. Oysa ki kimse, Berlin’deki bir diskoteğe yapılan kanlı saldırının, ya da Lockerbie suikastının, Libya devrim liderinin onayı olmadan gerçekleşmiş olabileceğini düşünemez.”