1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

20.02.2004 - Alman basınından özetler...

Derleyen: Aydın Üstünel20 Şubat 2004
https://p.dw.com/p/Abvd

BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın Kıbrıs’ın 1 Mayıs’ta birleşik bir cumhuriyet olarak AB’ye girmesini sağlamak için çizdiği takvim ve plan çerçevesindeki müzakerelerin başlamasına, bu sabahki Alman gazetelerinin yorum sütunlarında geniş yer verilmiş. Düsseldorf’da çıkan “Handelsblatt” gazetesinin Ada’daki müzakereler hakkında yorumu şöyle:

“30 yıllık bölünmeden sonra birleşme çok yakın gözüküyor. Bunun sebebi, tarafların birdenbire ödün vermeye hazır olmaları değil. Gelişmelerin arkasındaki asıl güç, Denktaş’ı hareket etmeye zorlayan Ankara hükümeti. Başbakan Erdoğan Denktaş’a hem açıkça, hem de kapalı kapılar ardında, Türkiye’nin AB hedefine engel olamayacağını gösterdi. Böylece Kıbrıs’ta gelişmeleri hızlandıran AB büyüsü oldu.”

Hamburg’dan “Financial Times Deutschland” adlı gazete de Kıbrıs hakkında iyimser bir yoruma yer vermiş:

“Rumlar ve Türkler arasında onyıllardır süren anlaşmazlığın çözümlenmesi için göstergeler çok olumlu. BM ve AB’nin bu tarihi fırsatı kullanması gerek. Ada’nın Türk tarafından sürülen Rumlar’ın evlerine dönmesi gibi konular müzakereleri güçleştirecektir, ancak özellikle AB’nin elinde tarafları uzlaşmaya zorlayacak bir koz var. Kıbrıs 1 Mayıs tarihinde AB üyesi olacak. Eğer anlaşmazlık o tarihe kadar çözülemezse, Türk tarafı kağıt üzerinde birliğe girse de gerçekte kapı önünde kalacak. AB’nin vaat ettiği refah, bu noktada halkı ikna etmekte yardımcı olacaktır...Türkiye’ye de kilit rol düşüyor. Ankara, Kıbrıs sorununun çözülmemesinin, kendi AB üyeliği şansını azalttığının farkında. Başbakan Schröder de yapacağı Türkiye ziyaretinde, Ankara’nın bu amaçla uyguladığı ödün politikasına destek vermeli.”

Ludwigshafen’dan "Die Rheinlandpfalz" gazetesi de bu sabahki baskısında Kıbrıs’daki müzakerelerin start almasını yorumluyor.

Barış ortamının oluşmasının zor olduğunu vurgulayan yorum kısaca şöyle:

“İki tarafta da güvensizlik büyük. Avrupa taraftarı Türk politikacı Mehmet Ali Talat’ın evi önünde patlayan bomba da bunun bir kanıtı. Rum kesiminde de BM Genel Sekreteri Annan’ın planı kapsamında Türk tarafı ile birleşmeye şüpheyle yaklaşanların sayısı az değil. Bu güvensiz havanın birkaç hafta içinde dağılması sözkonusu değil. Birleşik bir Kıbrıs, 1 Mayıs’ta AB’ye üye de olsa, içinde birçok yara taşıyor olacak. Rumlar ve Türkler, 60‘lı ve 70‘li yıllarda birbirlerine o kadar acı çektirdiler ki, gelecekte birleşik bir Kıbrıs’ın yeniden dağılması bile sözkonusu olabilir.”

Hagen kentinden “Westfalenpost” adlı gazete ise daha iyimser bir bakış açısı seçmiş:

“İki düşman komşu, Yunanistan ve Türkiye’nin hataları yüzünden Ada ikiye bölünmüş durumda. Bu anlaşmazlığı çözmek için Brüksel, Lefkoşa’ya milyarlık vaatler gönderiyor. Bu yol başarıya ulaşabilir. Ne de olsa işin içine para girdi mi, insanların siyasi görüşlerini değiştirmesi daha kolay oluyor. Türk tarafındaki seçimlerde, birleşme taraftarlarının başarılı olması ile Brüksel’e giden yol göründü. New York’taki müzakerelerde de birçok engel ortadan kaldırıldı. Örneğin Rumlar, sayıca üstünlüklerini, siyasi üstünlüğe çevirme hayallerinden vazgeçti. AB de eşitlik prensibi ile hareket ediyor. Şimdi Rumlar ve Türkler‘in önünde gerçekten de aklın yolunu seçme fırsatı bulunuyor.”

“Aachener Zeitung” adlı gazeteye geçiyoruz. Gazetenin bu sabahki baskısında Türkiye’nin AB’ye adaylığı konusunda bir yorum göze çarpıyor. Yorum kısaca şöyle:

“AB şu anki haliyle Türkiye’nin üyeliğinin yükünü tabiiki kaldıramaz. Ancak bunun sorumlusu Türkiye değil, birliğin kendisi. Brüksel, Hristiyan Birliğin de desteklediği bir adımla doğuya doğru genişlerken, kendi kapasitesini aştı. 25 üyeli bir birliğin yönetilip yönetilemeyeceği sorusu halen cevapsız, finans konusu da belirsizliğini koruyor. 1 Mayıs tarihinde Polonya ve diğer dokuz aday, birliğe resmen girdiğinde, AB tarihinin en büyük karambolü de başlayacak.”

Alman basınından seçtiğimiz son yorum ise türban tartışması ile ilgili. Berliner Zeitung adlı gazetenin yorumu kısaca şöyle:

“Bizim kültürümüz, Yahudi-Hristiyan geleneği üzerine kurulu Farklı düşünenlere, farklı inananlara hoşgörüyle yaklaşmak da bu dinlerin önemli bir unsuru. Türban tartışması İslam dinine bir saldırı değil. Her müslüman kadının inancını yaşayabilmesi çok önemli, ki Almanya’da bulunan çok sayıdaki cami de bunun kanıtı. Ülkelerinde türban takması yasak olan birçok kadın, burada başlarını örtebiliyor. Ancak hoşgörü sınırsız olamaz. Bir öğretmen, derste dış görünüşü ile de, hizmet verdiği devletin temel değerlerini temsil etmekle yükümlüdür. Bu yüzden de derste türban takılmasının yasak olması gerekir.”