1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

21.10.2004 - Avrupa basınından özetler...

Derleyen: Tuba Tuncak21 Ekim 2004
https://p.dw.com/p/Absw

Alman ve Avrupa basınından bugün Türkiye-AB, Türkiye-Almanya ilişkileri ve Irak ile ilgili gelişmelerle ilgili yorumlar dikkat çekiyor. Frankfurter Allgemeine adlı gazete yorumunda, Türkiye’nin AB’ye alınmaması konusunda uyarıda bulunuyor. Gazete, Almanya Dışişleri Bakanı Joschka Fischer’in, Türkiye’nin üyeliğinin teröre karşı savaşta adeta ikinci bir Normandiya Çıkartması olacağı yönündeki sözlerini şöyle değerlendiriyor:

”Türkiye’nin modenleşmesinin Avrupalı ortaklarının çıkarına olduğu zaten biliniyor. Bunun, terörrizme darbe vuracağı ise sadece bir tahmin ve pazarlama stratejisi. Ama eğer Müslüman bir ülkenin modernleşmesi, totaliter ve terorizme dayalı düşüncelerin yıpranamsı için bir sebep olarak görülüyorsa Akdeniz kıyısındaki bütün Arap ülkelerini AB’ye almak gerekmez miydi?

Die Welt

gazetesi ise Türkiye’nin üyeliğine destek veren İtalyan hükümeti içindeki görüş ayrılığını ele alıyor. Yorumda, "İtalya, Türkiye’ye coğrafi olarak Almanya’dan daha yakın, ama Roma ile Ankara arasındaki mesafe, Berlin ile Ankara arasında olduğundan daha fazla” deniyor. Başbakan Berlusconi’nin Türkiye yanlısı bir tavır içinde olduğu, ancak ittifaka gittiği Kuzey Ligi’nin bu politikaya karşı çıkmasının, İtalyan hükümetinde krize neden olduğu belirtiliyor. Yazıda, Kuzey Ligi’nin Türkiye’nin tam üyeliği konusunda halk oylaması talep ettiği belirtiliyor.

Bir başka Alman gazetesi Ostthüringer Zeitung’da ise, AB Komisyonu’nun müstakbel Adalet ve İçişleri Sorumlusu Rocco Buttiglione’nin yol açtığı krizi, Türkiye konusu ile ilişkilendiriliyor. Yazıda, eşcinselliğe karşı sarfettiği sözler ile tepki çeken Buttiglione’nin, aslında AB içinde, gerçek bir ortak kimlik oluşmadığını ortaya koyduğu belirtiliyor. Durum böyleyken Birliğin, Türkiye ile doğru yaşam biçiminin nasıl olması gerektiği konusunda, kritik bir dialog yürüttüğü belirten yorumda ”Çok taraflı hoşgörü, çokkültürlü Brüksel için bile zorlu bir ödev" deniyor.

Almanya’nın Ankara’ya kullanılmış Leopar II tipi tankları satmak istediği haberlerinin ardından, bu sefer de 90’lı yıllarda Türkiye’ye satılan zırhlı araçların Şırnak’ta Kürtler’e karşı kullanılıp kullanılmadığı tartışılıyor.

Süddeutsche Zeitung

gazetesinde yer alan yorumda, Alman hükümetinin Türkiye’ye tank satışı konusunda politika değişikliği yapmadığı belirtiliyor ve ”Schröder hükümeti de Kohl hükümeti gibi Türkiye’ye tank satışına sıcak bakıyor” deniliyor. Türkiye’ye satılan tankların Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki sivil Kürtler’e karşı kullanıldığı iddialarına değinen gazetenin yorumu, şöyle devam ediyor:

”Türkiye’ye satılan silah ya da tankların Kürtler’e karşı kullanılıp kullanılmadığını tespit etmek, tank satışına karşı çıkanların değil, hükümetin görevi. Hükümet, şüphe duymaksızın tank ve silah satışı konusunu sonuca bağlamalı. Bunu vicdan rahatlığı içinde yapamıyorsa, o zaman bu konuda söyleyecek fazla bir söz de kalmıyor geriye. Yeşiller Partisi koalisyon ortağı Sosyal Demokratlar’a bunu açıklamalı. Türkiye’ye tank satışı ile ülkenin AB’ye üyeliği konusu arasında yakın bir ilişki var. Türkiye’deki durum değişmeyecekse o zaman bu ülkeye yeni tank satılmamalı ve Ankara Birliğe alınmamalı."

Neue Osnabrücker Zeitung

gazetesinde de aynı konuyla ilgili bir yorum dikkat çekiyor. Ancak yorumda konuya başka bir bakış açısıyla yaklaşılıyor:

”Türkiye’ye tank satışı yapılmasını istemeyenler buna gerekçe olarak Türkiye’nin 1994 yılında satın aldığı eski Doğu Alman yapımı tankları ülkedeki sivil Kürtler’e yönelik kullandığı iddialarını dile getiriyor ve bununla da Türk hükümetinin Alman hükümetiyle imzaladığı sözleşmeyi ihlal ettiğine dikkat çekiyorlar. Tepki yapay. Bunun ilk nedeni, Türk ve Kürt insan hakları savunucularının bu iddiayı reddetmesi. İkinci neden, Dışişleri Bakanı Joschka Fischer’in, Erdoğan hükümeti döneminde Türkiye’de insan hakları ve Kürt politikası konularında iyileşme yaşandığını söylemesi. Üçüncü ve son nedense, PKK militanlarının yeniden şiddet eylemlerine başlaması. PKK militanlarına yönelik silahlı operasyonlar düzenlenmesine kimsenin itirazı yok. Hatta Alman hukuku da PKK’yı terörist bir yapılanma olarak kabul ediyor. Peki Alman yasalarında durum böyle iken Türkiye için neden başka kurallar geçerli olsun? Almanya’dan tank satın almak isteyen Ankara’nın talebine tepki gösterenlerin, buna karşı çıkma nedenleri temelsiz.”

Son olarak Berlin’de yayımlanan Tagesspiegel gazetesinde yer alan bir yoruma göz atıyoruz:

”Eğer Türkiye’nin Almanya’dan satın aldığı tankları ülkedeki Kürtler’e karşı kullandığı ortaya çıkarsa, o zaman Leopar II tanklarının satışı da suya düşer. Alman hükümeti tanklar konusunda Ankara’nın kendisine vereceği söze güvenirse bu, ikiyüzlü bir tavır olur.”

Avrupa basınından aktaracağımız yorumlar ise Irak ile ilgili. İsviçre gazetesi TagesAnzeiger, yorumunda Irak’daki rehin alma olaylarına değiniyor:

”Kaçırma olayları, ABD’ye karşı hedefli, politik eylemler niteliğinde. İsyancılar rehin alma olaylarını ‘silahlı propaganda’ olarak nitelendiriyor. ABD, Irak’daki süper güç olabilir ama politik açıdan eli kolu bağlı durumda."

İspanyol gazetesi ABC, ABD’nin güney Irak’daki İngiliz birliklerinin Bağdat çevresine kaydırılması talebi ile başlayan tartışmalara değiniyor. Siyasi gözlemciler, bu talebi ABD’deki başkanlık seçimlerinde Başkan Bush’a oy kazandırma amacını taşıdığı değerledirmesini yapıyor. Gazetenin yorumu ise şöyle:

”İngiltere Babakanı Tony Blair, git gide daha fazla batağa saplanıyor. Irak sorunu, Blair’i sadece kamuoyu ile değil, kendi partisi ile de karşı karşıya getiriyor. İşçi Partisi’nden 45 milletvekili, birliklerin Bağdat’ın güneydoğusuna kaydırılması konusunda mecliste oylama yapılmasını talep etti, böylece parti içindeki uçurumu daha da açtı.”

İngiliz gazetesi The Times ise bu konuda yaşanan tartışmanın, ”Başbakan Blair için bir uyarı anlamına geldiği” değerlendirmesinde bulunuyor. Pek çok İngiliz milletvekilinin, Blair’in başkanlık yarışındaki Bush’a destek vermesini istemediği belirtiliyor. Yorumda, ayrıca İngiltere Başbakanı’nın artık inandırıcılığını yitirdiği de vurgulanıyor.