1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Presseschau

25 Şubat 2010

Alman basınında Türkiye’de Balyoz Operasyonu çerçevesindeki gözaltılarla, alkollü araç kullanırken yakalanan Alman Protestan Kiliseleri Konseyi Başkanı Margot Käßmann’ın istifa etme kararıyla ilgili yorumlar ağırlıkta.

https://p.dw.com/p/MAVd

Düsseldorf’da yayımlanan Rheinische Post, Türkiye’de Balyoz Operasyonu çerçevesindeki son gözaltıları yorum sütunlarına taşıyor:

“Türkiye’de ordu yıllardır kutsallaştırılıyordu. Atatürk’ün kurduğu modern cumhuriyetin ordusuydu. Generaller o dönemden bu yana devletin bekçisi olarak kendinde, politik gelişmelere müdahale etme hakkını gördü. Bunu gizli baskı ya da darbelerle yaptı. Bu onlara zarar vermedi. Siyasi istikrardan uzak olan Türkiye'de ordu birçok insan için güvenilecek tek kurum. Ancak bu ideoloji şimdi ağır bir darbe aldı. Sivil yargı, emekli üst düzey komutanların gözaltına alınması talimatını verdi. Tutuklananlar, İslami köklere dayanan Adalet ve Kalkınma Partisi’ne karşı komplo kurmakla itham ediliyorlar. Bu gelişmenin zamanlamasının iç politik gelişmelerle ilgisi olabilir ama önemli olan verdiği şu mesajdır: Demokratik yollardan seçilen bir hükümet, devlet içinde devlet kurma yetkisi olmayan güvenlik güçleri üzerinde tamamıyla kontrole sahiptir. Bu, Türkiye'nin medeni bir toplum haline gelmesi yolunda atılmış önemli bir adımdır. Türkiye’nin AB içinde yeri olup olmadığı tartışması çerçevesinde bütün olup bitenlere biz Avrupalılar da kayıtsız kalamayız.”

Bugünkü gazetelerin ağırlıklı konusunu ise alkollü araç kullandığı ortaya çıkan Protestan Kiliseleri Konseyi Başkanı Margot Käßmann'ın istifa kararı oluşturuyor. Suttgarter Zeitung’un istifa kararıyla ilgili yorumu şöyle:

“Käßmann doğru olan için mücadele etti ve insanları kandırmaya çalışmadı. Hayat bazen paramparça olmaktır. Saksonya Eyaleti Piskoposu Jochen Bohl, ‘Hepimizin yanlış yollara girdiği olmuştur’ açıklaması çok doğruydu. Hayır, Käßmann istifa etmemeliydi. Ama o davranışının sonucunu büyük bir açıklıkla kabul etmeyi tercih etti. Ayrılmaya karar verdi, çünkü ona göre sözleri inandırıcılığını yitirmişti. Etkili ve ikna edici mesajlar veremeyen bir kilisenin lideri olmak da istemiyordu.”

Hannoversche Allgemeine Zeitung konuyla ilgili yorumunda herkesin hata yapabileceğine dikkat çekiyor ve şu görüşlere yer veriyor:

“Hayal kırıklığı her yerde hissediliyor. Hannoverli, Almanya’da Protestan Kilisesi’nin en üst düzey temsilcisi, büyük umutlar bağlanan bir kadın, mükemmel bir insan olmadığını göstermiş oldu. Peki ama kim mükemmel ki? Ekonomi ya da finans dünyasının önde gelenleri mi? Politikacılar ya da Katolik Kilisesi’nin önde gelenleri mi? Birçok insan kendi sorunlarıyla mücadele ediyor. Ancak Käßmann olayında kamuoyuna örnek olmanın yeterince dikkate alınmayan, azımsanan bir boyutu unutulmamalı: Bu da örnek gösterilen kişinin hataları karşısında nasıl davrandığı, tepki gösterdiğidir.

Frankfurter Allgemeine Zeitung’da konuyla ilgili şu satırları okuyoruz:

“Şaşırtıcı olan Käßmann’ın Protestan Kiliseleri Konseyi’nin istediğinin tam aksini yapmasıydı. Konsey Käßmann olayının istifa edilmesini gerektirecek boyutta olmadığını açıklamıştı. Kilise Käßmann’ı canı istediği için değil, sağlam gerekçelerle konsey başkanlığına seçmişti. Käßmann diğer bütün ruhani adaylar arasında en büyük oyu alarak bu göreve gelmişti. Käßmann’ın istifasıyla kilise büyüleyici bir aktörünü kaybetmiş oldu.“

© Deutsche Welle Türkçe

Derleyen: Hülya Topcu

Editör: Ahmet Günaltay