1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

ABD'de "Cumhuriyetçi vizyon"

Thomas Greven20 Ocak 2005

İkinci başkanlık dönemi başlayan George Bush, Amerikalılar’ın tabiriyle şimdi tam bir “topal ördek.” Bush bir daha seçilemeyeceği için önümüzdeki yıllarda öncelikle Kongre karşısındaki siyasi prestiji erozyona uğrayacak. Ama Cumhuriyetçi Parti’nin “doğal çoğunluk” partisi olarak yeni bir çığır açmasının mümkün olduğunu söyleyen gözlemciler çoğunlukta. DW’den Thomas Greven ABD’nin geldiği siyasi yol ayrımını anlatıyor:

https://p.dw.com/p/AZz8

“Siyasi konularda fikir liderliğini çoktan ele geçiren Cumhuriyetçiler şimdi bu pozisyonu sağlama almaya çalışıyorlar. Bunu başarmalarında, siyasi rakiplerinin durumu, Cumhuriyetçi Parti kanatları arasındaki üstünlük mücadelesi ve hükümetin politikalarına damgasını vuran tek bir kanadın liberal seçmeni nasıl ürkütebildiğine verilecek cevap önemli rol oynayacak.

Az farklı yenilgilerin bir partiyi nasıl kanatlandırabileceğine örnek oluşturan Demokrat Parti’de ise Kerry - Edwards ikilisini pek solcu bulup da Clinton döneminin neoliberalizmini özleyenler gündeme hakim olmaya başladılar. Partide güneyin muhafazakar akımlarına özenip kürtaj hakkını kısıtlatmak isteyenler de var. Böylelikle Demokrat Parti yenilenme pahasına, ‘gereksiz siyasi parti’ durumuna düşmeyi göze almış oluyor.

2004 seçim kampanyasında da Cumhuriyetçi Parti çok daha başarılı oldu. Demokratlar’ın strateji uzmanlarını hayrete düşüren bu farkın altında, Demokrat Parti seçmeni daha geniş bir yelpazeye yayılırken, beyaz Hristiyan sağın sürüklediği sosyal bir hareket haline gelen Cumhuriyetçiler’in Amerika’nın geleceği için vizyonlar yaratabilmesi yatıyor.

Öte yandan, Cumhuriyetçiler’in ekonomik felsefesine de Demokrat alternatif çıkmıyor. Bushlar’ın partisi, ‘herşeyi piyasa mekanizması düzenler ve fertler öz sorumluluklarına sahip çıkmalıdır’ ilkesini son derece inandırıcı bir şekilde pazarlamayı başarmıştı.

‘Kısa ve orta vadede Cumhuriyetçiler’i onlardan başkası yenemez’, diyenler çoğunlukta. Kültürel ve dini çatışma çizgisinde kutuplaşmış halk kesimleri arasındaki mücadeleye rağmen, Hristiyanlık değerlerine dayalı politikaların ne kadar destek bulacağını kestirmek zor. Çünkü Reagan ve Bush’lar dini ilkeleri daha çok konuşmalarında kullanmış, ama aynı zamanda federal bütçeden dini kuruluşlara bol kaynak ayırmışlardı.

Sosyal güvenlik dayanışmasını hedef alan yoğun kampanya başarılı oldu. Ama George W. Bush, minik Amerikan sosyal devletinin sadece orta halli kesimine hitap eden emeklilik sigortasını da özelleştirirse, sosyal dayanışmayı tamamen ortadan kaldıracak adımların ilki atılmış olur.

Dış politikada ise Bush sözlerini daha özenli seçeceğini, Savunma Bakanı Rumsfeld ise artık müttefiklerini incitmemeye dikkat edeceğini söylüyor. Ama İran’ın askeri hedef yapıldığına dair haberlerin de sonu gelmiyor.

Neomuhafazakar kanat askeri güce dayalı misyonunu sürdürecek mi, yoksa ikinci Bush döneminde klasik siyasi realiteler mi geçerli olacak? Bu soruyu yanıtlamak için daha zaman var. Ancak Bush’un danışmanları ‘süper güç’ konumunu zaafa uğratabilecek her türlü gelişmeye tepki gösterilmesinden yana. ‘Amerikan çıkarları eşittir global selamet’ denklemine göre BM tarafından saptanan ilkeler de gölgede kalmaya mahkumdur.

Askeri operasyonlara ABD’nin menfaatlerinin savunulması gerekçe gösterildiği sürece, savaş gibi barışı da kazanmanın son derece zor olmasına rağmen Başkan’ı bütün Amerika destekleyecektir. Ama savaşlar uzayıp da kayıplar artmaya başlayınca da devreye ceset torbaları teorisi giriyor ve seçmen savaşta ölen askerlerinin hesabını oy sandığında soruyor.”