1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

ABD'nin barış misyonu stratejisi

Daniel Scheschkewitz28 Mayıs 2004

Son on yıla bakıldığında ABD’nin, BM çatısı altında birçok barış misyonuna katıldığı, ancak bu misyonların kendi stratejik çıkarlarına uymasına dikkat ettiği göze çarpıyor. ABD askerlerini ya da sivil personelini de başka bir gücün komutası altına vermeye pek yanaşmayan bir çizgi izliyor. Washington’dan Daniel Scheschkewitz’in haberi...

https://p.dw.com/p/AbGd
ABD ekipleri yedi BM misyonunda görev yapıyor...
ABD ekipleri yedi BM misyonunda görev yapıyor...Fotoğraf: AP

ABD şu anda birlikleri, polis gücü ve sivil personeli ile BM kapsamında toplam 7 barış misyonuna katkıda bulunuyor. Doğu Timor’dan Gürcistan’a, Kosova’dan Liberya’ya kadar barışı korumak için BM misyonlarında yüzlerce ABD’li görev yapıyor. Başta kalkınmakta olan ülkeler olmak üzere diğer BM üyelerinin katkıları ile karşılaştırıldığı zaman ABD’nin verdiği destek, epey az kalıyor ve misyonlarda görev yapan personel sayısının sadece yüzde 1’ini oluşturuyor. Karşılaştırmak gerekirse, mavi berelilerin yüzde 10’nu AB üyelerinden geliyor.

Ancak bu noktada, ABD’nin geçmişte çok sayıda barış misyonuna liderlik ettiğini de gözardı etmemek gerek. 1990 – 1991 yıllarındaki ilk Körfez Savaşı sırasında Kuveyt’in kurtarılmasında görev yapan çokuluslu gücün liderliğini ABD üstlenmişti. ABD aynı şekilde 1993’te Somali’de ya da daha sonra Bosna’daki misyonda önde gelen bir konumdaydı. ABD’nin stratejik çıkarları açısından birinci dereceden önemli olduğu söylenemeyecek olan Kosova’da bile halen 400’ün üzerinde ABD’li, BM çatısı altında görev yapıyor.

Az desteğin iki nedeni var

ABD’nin nispeten az desteğinin iki nedeni var. Washington görüşüne göre, teröre karşı dünya çapında bir savaş içinde olduğu için, askeri kaynaklar ciddi ölçüde zorlanıyor. Washington’daki Uluslararası Güvenlik ve Savunma Merkezi’nden James Dobbins bu konuda şöyle konuşuyor:

"ABD Ordusu, şu andaki yapısı itibarıyla BM’ye daha fazla asker verebilecek durumda değil. Ordu gücünü son haddine kadar kullanıyor. Askerlerin üçte biri Irak’ta, Irak’ta olmayanların çoğu da ya ülkeye gitmeye hazırlanıyor ya da Irak’taki görevlerinden geri dönüyor."

İkinci neden ise misyonların yapısında yatıyor. Amerikalılar, kendi komutaları dışında yürütülen misyonlarda doğal olarak siyasi açıdan çoğunluğun kararına uymak zorunda kalıyor ve askerlerini yabancı komuta altına veriyor. Dobbins, "Bu da ABD’nin, diğerlerine misyona yaptıkları askeri katkı oranında nüfuzlarını devretmesi anlamına gelir" diye konuşuyor. Fakat bu tavır, ABD’lilerin pek güçlü olduğu bir nokta değil. Örneğin bu yüzden Afganistan’daki Amerikan birlikleri, uluslararası ISAF komutası dışında görev yapıyor.

Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne yanaşmıyor

ABD’nin Lahey’deki Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni kabul etmemesi de bir sorun. ABD yönetimi, uluslararası misyonlarda kendi vatandaşlarının dokunulmazlığının olmasında ısrar ediyor. Washington’daki Brookings Enstitüsü’nden Michael O'Hanlon, bu tutumun nedenini şöyle açıklıyor:

"Sürekli olarak ABD’nin aşırı güçlü olduğunu, askeri gücünü çok çabuk kullandığını ve şiddete eğilimli olduğunu duyuyoruz. Washington’ın endişesi, genelde ABD’ye karşı olan bir atmosferde, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nden bir yargıç ya da savcının, sadece bir emre itaat ettiği gerekçesiyle bir Amerikan askerini cezaya çarptırması.”

Ebu Gureyb Hapishanesi’nde yaşanan işkence skandalı, bu endişeleri daha da güçlendirdi. ABD hükümeti bu nedenle, vatandaşlarının Uluslararası Ceza Mahkemesi karşısındaki dokunulmazlığının uzatılması için başvuruda bulundu. Konunun önümüzdeki günlerde BM Güvenlik Konseyi’nde tartışılması bekleniyor.