1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Almanya'nın birleşmesinin 25. yıldönümü

3 Ekim 2015

Birleşik Almanya bir muamma gibi. Başarılı, güçlü, sevilen bir ülke ama kendinden emin değil. DW’nin şef editörlerinden Kudascheff yorumunda, Almanya’dan artık hiç kimsenin korkmasına gerek kalmadığını vurguluyor.

https://p.dw.com/p/1GgY2
Fotoğraf: picture-alliance/dpa/W. Kumm

Bundan 25 yıl önce doğu ile batı Almanyalar birleşti. Ne var ki birçok alanda bu bütünleşme farklı gerçekleşti ve birbirine yabancılaşma aşılamadı. Almanlar bu durumdan şikayetçiler, ancak bu da tipik bir Alman özelliği aslında. Ancak komşusu Fransa’da olduğu gibi merkezî devlet anlayışı Almanya’ya uzak bir kavram. Zira Almanya her zaman eyaletlerin, bölgelerin yani farklılıkların birleşmesinden oluşan bir ülke konumunda oldu.

Üzerinden bir çeyrek asır geçen ve siyasî bir mucize anlamına gelen birleşmeden sonra Almanya bugün sevilen, sayılan, önemli bir ülke. İnanılmayacak güçlü bir ekonomiye ve dünyanın gıpta ettiği sosyal bir sisteme sahip. Askerî güce, silahlara değil, diplomasiye, mesafeli bir duruşa ve ikna etme gücüne önem veren bir ülke. Ayrıca; önce komşularının sonra da tüm dünyanın kendisinden korktuğu Alman İmparatorluğu’ndan farklı olarak bugünkü Almanya son derece sivil bir toplum ve cumhuriyet.

Kudascheff Alexander Kommentarbild App
Alexander Kudascheff

Dünyanın en etkili ülkelerinden biri

Tüm dünya gözünü Almanya'ya, özellikle de Angela Merkel'e çevirmiş durumda. BM Güvenlik Konseyi’nde daimî üyeliği olmamasına rağmen Almanların ve Almanya Başbakanı’nın sözü geçiyor. Bu temkinli ve atacağı her adımı hesaplayan büyük güç, ekonomik açıdan da ağırlıklı ve kuşkusuz dünyanın en etkin beş ülkesinden biri konumunda. Ama buna rağmen kendinden emin olmayan bir ülke. Çünkü kendisine biçilen yeni görevlerin ve beklentilerin üstesinden pek gelemiyor. Aslında Almanya daha büyük sorumluluk üstlenmek zorunda olduğunu biliyor ve bunu istediğini de beyan ediyor. Ama içten içe ve vatandaşlarının büyük bir çoğunluğunun da desteğiyle bu sorumluluğu üstlenmeye yanaşmıyor. Almanya’nın gönlünde yatan aslında yeşil İsviçre gibi olmak.

Akılcılıktan ziyade romantizm eğilimleri

Almanya’nın eskiden olduğu gibi politik dalgalanmalar yaşaması pek düşünülemez. Ancak federal cumhuriyet kimi zaman dalgalanmalara da maruz kalabiliyor. Bir yandan siyasî, akılcı pragmatizm, diğer yandan romantizm, aşırı duygusallık ve ne yapacağının öngörülememesi arasında gidip geliyor. Akılcılığı kişiliği ile özdeşmiş olan Başbakan Angela Merkel bile kimi zaman kendini bu durumdan kurtaramıyor. Örneğin Fukuşima’daki faciadan sonra enerji alanında yeni bir sayfa açılacağını ilan etti, ama sanayi ülkesi Almanya'ya bunun malî yükünün ve getirisinin ne olacağını araştırmadan. Ya da şu anki mülteci krizi sırasında tüm kuralları ve anlaşmaları -insanî gerekçelerle- bir yana atarak sınır kapılarını ardına kadar açma kararı. Bu karar Avrupalı komşuları tarafından hayretle karşılanmış ve yadırganmıştı.

Öte yandan Almanya örneğin Euro krizi sırasında Avrupa’da herkesi hizaya getiren ülke konumunda olmuştu. Oynadığı bu rol ise Madrid, Paris ve en fazla da Atina tarafından yadırganmıştı. Almanya ekonomik adalelerini etrafa göstermiş, kuralları Avrupalı partnerlerine dikte ettirmişti. İşte bu noktada sorumluluk üstlenmişti, ama eleştiriye uğradığı zaman da bundan sıkıntı duydu; Almanya açısından hiç sebep yokken!

Almanya hâlâ akılcı ve pragmatik olmaktan çok, kendini sürekli olarak fazlaca romantik görüşlere veren bir ülke. Bu tavrı gerçi kimseyi endişelendirmiyor ama müttefiklerimiz, komşularımız ve partnerlerimiz tarafından yadırganıyor.

© Deutsche Welle Türkçe

Alexander Kudascheff