1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Bankalar, kriz ve politika

14 Kasım 2012

Lehman bankasının iflas etmesi, tek bir yatırım bankasının batmasının bütün dünya ekonomisini uçuruma sürükleyebileceğini göstermişti. Bu riski azaltmak için alınan önlemler yetersiz kaldı.

https://p.dw.com/p/16jF1
Fotoğraf: Fotolia/Dan Race

20. yüzyılın son çeyreğinde bankacılıkla ilgili düzenlemeleri kuşa çeviren siyasetçiler şimdi ektiklerini biçiyorlar.

Bankalar aşırı derecede güçlenip nüfuz sahibi oldu. Dünyanın en büyük on bankasının iş hacmi, gayrı safi küresel hasılanın yüzde 40’ını buluyor. Geçen yıl Deutsche Bank’ın bilanço toplamı Almanya’nın milli gelirinin yüzde 84’üne tekabül etmekteydi. Deutsche Bank’ın bilançosunda klasik kredi ticaretinin payı yüzde 20’yi geçmiyor. Aslan payı, son derece riskli vadeli işlemleri de kapsayan yatırım bankacılığına düşüyor.

Sermaye yetersizliği

Riskli kâğıt ticareti sağlam bir temele dayanmıyor. Banka kredi açtığı ya da müşteri adına değil de kendi hesabına işlem yaptığında hissedarlarının parasını kullanmayıp başka bankalardan aldığı krediyi kullanıyor. Deutsche Bank’ın öz sermaye oranı yüzde iki dolaylarındaydı. Yani banka yaptığı işin yüzde ikisinden zarar etse, batma tehlikesiyle karşılaşacak, bunun Alman ve bütün dünya ekonomisini üzerinde vahim sonuçları olacaktı. Uluslararası finans istikrar kurulu bu nedenle, aralarında Deutsche Bank’ın da bulunduğu dünyanın en büyük bankalarından dördünü en yüksek risk sınıfına dâhil etmişti. Evrensel bankalar 2019 yılına kadar ödenmiş sermaye oranlarını yüzde 9,5’a çıkaracak. Oxford Üniversitesi profesörlerinden Clemens Fuest, Uluslararası Ödemeler Bankası tarafından saptanan oranın da üzerine çıkan zorunlu öz sermaye payının yeterli olmadığı görüşünde. Fuest, zorunlu sermaye oranının İsviçre’deki gibi daha yüksek olması gerektiğini söylüyor.

İsviçre bankaları UBS ve Credit Suisse 2019'a kadar ödenmiş sermaye oranını %19’a çıkaracak. Ödenmiş sermayesi nispetinde güvenirliği artacağından, bu bankaların daha fazla sermaye bağlaması, borçlanmalarını zorlaştırmayacak.

Fakat belli bir büyüklüğe ulaşan bankalar da güvenilir borçlu statüsüne ulaşıyor. Batmasına izin verilemeyecek kadar büyük banka sendromu yüzünden hükümetler bankacılık sektörünün ve dünya ekonomisinin batmaması için 2009 yılına kadar 10 trilyon 500 milyar Dolar harcadılar.

Zenginlerin sosyalizmi

Böylece serbest piyasa ekonomisinin, ‘her işletme aldığı riskten bizzat sorumludur’ şeklindeki ana kuralı ihlal edilmiş oldu. Kârın özel kişilere aktarılıp zararın topluma mal edilmesi şeklindeki bu çarpıklık Alman finans uzmanı Max Otte tarafından, ‘sadece bankalarla süper zenginleri kollayan sosyalist düzen’ olarak tanımlanıyor.

Köln Üniversitesi Ekonomi Politikaları Enstitüsü Direktörü Johann Eekhoff, rotanın yüz seksen derece değişmesi gerektiği görüşünde.

“Büyük bankalar kurtarılmak isteniyorsa o zaman küçük birimler halinde bölünmeli ve hükümetlere şantaj yapma imkânı ellerinden alınmalıdır”, diyen Eekhoff, hükümete şantaj yapabileceğini bilen bir bankanın hiçbir zaman, yüksek kâr vaat eden ama bir o kadar da riskli olan alım satım işlerinden vazgeçmeyeceğini, söylüyor.

Avrupa Birliği Komisyonu da bankaların normal kredi işlemleriyle riskli yatırım faaliyetlerini birbirinden ayırıp, kendi sermayeleriyle çalışan iki banka haline getirmesi için çalışma başladı. Clemens Fuest bankaların faaliyet cinsine göre ayrılmasını yeterli bulmuyor.

Clemens Fuest'e göre, mevduat bankalarından yüklü kredi almış olan yatırım bankasının batması durumunda mevduat sahipleri de yanıyor. Fiziki ayrılmanın tek başına yeterli olmadığını belirten Fuest, konkordatonun küçük tasarruf sahibine zarar vermeden atlatılabilmesinin esas olduğunu, söylüyor.

Döner kapı

Alman bankacılık düzenleme kurulu, iflas durumunda vergi mükellefinin zararının sınırlı tutulabilmesi için özel bankalardan acil durum planı ve daha fazla şeffaflık istiyor.

Profesör Max Otte ise finans sektörünün kolay yola geleceğine ve yasalarla spekülasyona çare bulunamayacağını şöyle gerekçelendiriyor: “Siyasi otorite bunun üstesinden gelemez. Çünkü büyük finans piyasası aktörleriyle milyarderler ve finans lobisi hükümetleri parmağında oynatıyor.”

Max Otte, önemli politikacıların siyasi kariyerlerini tamamladıktan sonra yüksek maaşla finans branşına geçmelerinin bunda önemli rol oynadığını söylüyor. Nitekim 2005 yılında Maliye Bakanlığı Müsteşarı Caio Koch-Weser görevinden ayrıldıktan üç ay sonra Deutsche Bank’ın yönetim kurulu üyeliğine getirilmişti. Profesör Otte siyasetle finans dünyası arasındaki döner kapı olarak adlandırdığı bu oyuna son verilebilmesi için finans şirketinde çalışmak isteyen politikacılara beş yıllık çalışma yasağı getirilmesini öneriyor.

© Deutsche Welle Türkçe

Zhang Danhong/A. Günaltay

Editör: Ercan Coşkun