1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git
Basın özgürlüğüTürkiye

Basın özgürlüğü: Seçim vaadi mi hak mı?

Kıvanç El
3 Mayıs 2023

Gazeteciler, AKP'nin basın özgürlüğü vaatlerini gerçekçi bulmazken Millet İttifakı'nın "Biz iktidara gelirsek bu sorular zaten biter" vaadini ise "kolaycılık" olarak görüyor.

https://p.dw.com/p/4QoJ1
Fotoğraf: Stephane de Sakutin/AFP/Getty Images

Yasama, yürütme ve yargının ardından dördüncü kuvvet olarak tanımlanan medya, 14 Mayıs'ta yapılacak seçimler öncesinde seçim beyannamelerinde yer alan konulardan biri. Son yıllarda Türkiye'de basın özgürlüğüne yönelik uluslararası toplumun da eleştirilerinin hedefinde. Ekim ayında yürürlüğe giren ve kamuoyunda "sansür yasası" olarak da adlandırılan dezenformasyonla mücadele yasasının bu baskıyı daha da artırmasından endişe ediliyor. Söz konusu yasa, eleştirel gazeteciliği hedef alacak yeni bir araç olarak tanımlanıyor. 

İktidar partisi AKP seçim beyannamesinde ise "özgür, güçlü ve çok sesli" bir medya oluşturulacağı vurgusu yapılıyor. Türkiye'de 18 bin basın kartı sahibi basın çalışanı olduğunun belirtildiği beyannamede bu sayının "demokratik hayat için büyük bir zenginlik olduğu" belirtiliyor. Ancak bu 18 bin basın kartının dağılımına ise yer verilmiyor. Son çıkan yasa ile bakanlıkların ve kurumların basın kartı verilen personel sayısında genişlemeye gidilmişti. Basın kartı verilenlere bu resmi kurumlarda çalışanların da dahil olup olmadığı bilinmiyor. Buna karşın çok sayıda gazetecinin başvurularına uzun süre yanıt verilmiyor. 

"Tek seslilik esas politika oldu"

Gazetecilerin basın özgürlüğünü daha da kısıtlayacağı gerekçesiyle tepki gösterdiği ve resmi adı "Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi" olan dezenformasyonla mücadele yasası, Ekim 2022'de yürürlüğe girdi. "Medya Dayanışma Grubu" ismi altında toplanan basın meslek örgütleri de yaklaşan seçimlere dikkat çekerek yasayı "yaklaşan seçimler öncesinde devlet kurumlarının, halkın tüm haber kaynaklarını bir ahtapot gibi sararak isterse sıkıştırıp boğacağı, isterse gevşetebileceği bir yasal düzenleme" olarak nitelendirmişti.

 Gazeteciler Cemiyeti Başkan Yardımcısı Yusuf Kanlı
Gazeteciler Cemiyeti Başkan Yardımcısı Yusuf KanlıFotoğraf: Kivanc El/DW

Meslek örgütleri, yasanın bu hâliyle uygulanması durumunda Türkiye'de basın, ifade ve haberleşme özgürlüğü kalmayacağını savunmuştu.

Bu yasayla birlikte iktidarın 21 yıllık basın özgürlüğü karnesinin pek parlak olmadığına dikkat çeken Gazeteciler Cemiyeti Başkan Yardımcısı Yusuf Kanlı, AKP'nin beyannamesinde yer alan vaatleri gerçekçi bulmuyor. "Maalesef AK Parti iktidarının mentalitesinde muhalefeti susturmak, eleştiriyi kanalından en başından sesini kısmak, seslendirmeye imkan vermemek ve kendi dediğini tekrarlamak veya mahallede tek ses bırakmak esas politika oldu" diyen Kanlı, sözlerini "Şunu yapacağız, bunu yapacağız diye programla ortaya çıkmak hiçbir anlam ifade etmiyor" şeklinde sürdürüyor.

Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) Türkiye temsilcisi Erol Önderoğlu da seçim dönemlerinde veya 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü gibi sembolik günlerde ileri sürülen vaatlerin sadece "dilek ve temenni" olarak kaldığını söylüyor. Önderoğlu, "Ne yazık ki, Türkiye'de kronikleşen bu sorunlar genel vaatlerle geçiştirilemez. Medya sermayesinin şeffaflığı, gazetenin özlük hakları ile birlikte editoryal bağımsızlığının etkili şekilde korunması, gazetecilik etiğinin üstün değer olarak tutulacağının güvencesi ne olacak?" sorusunu yöneltiyor.

RSF Türkiye temsilcisi Erol Önderoğlu
RSF Türkiye temsilcisi Erol ÖnderoğluFotoğraf: Getty Images/AFP/O. Kose

Bulut: Özgür haberler kamuoyuna sunulmalı

Medyanın seçimlerin adil yapılmasında da önemli bir rolü bulunuyor. Adaylara medyada eşit görünürlük sağlanması gerekiyor. Yusuf Kanlı'ya göre vatandaşların seçimlerde karar verirken veya kamuoyundaki kritik konularda tercihlerini belli ederken bilinçli tercih yapabilmesi için "öğrenme hakkı" bulunuyor. Bu anayasal hak, basın özgürlüğünün temelini oluşturuyor. Kanlı, "Sadece pozitif, sadece genelin kabul ettiği; hükümetin, güç sahibinin, para sahibinin hoşuna gidecek şeyler değil aksine provokatif olan genelin dışında düşünceyi provoke edecek, teşvik edecek aykırı seslerin de ifade edilmesi, başka açıdan doğruların olabileceğinin de gösterilmesi gerekir. Bu ifade özgürlüğünün temelidir" diyor. 

Ankara Üniversitesi Gazetecilik Bölümü Öğretim Görevlisi Gökhan Bulut da basın özgürlüğünün bir yanında "özgürce oluşturulmuş haberlerin kamuoyuna sunulması hakkı" yer alırken diğer yanında da "kamuoyunun bu yayınlara ulaşabilme hakkının" bulunduğu vurgusu yapıyor. Bulut, "Örneğin eğitimin tüm yurttaşların bağımsız fikir geliştirebilmesini sağlayacak nitelikte ve herkes için erişilebilir olması; yayınları edinebilmek için gereken ekonomik gücün de yine herkes için sağlanmış olması gerekir. Basın özgürlüğünün bulunduğu bir toplumda yaşamak aynı zamanda bir yurttaşlık hakkıdır. Yurttaşlık bilincinin geliştirilmesi ve yurttaşlık haklarının genişletilmesi devletin görevidir" diyor.

Ankara Üniversitesi Gazetecilik Bölümü Öğretim Görevlisi Gökhan Bulut
Ankara Üniversitesi Gazetecilik Bölümü Öğretim Görevlisi Gökhan BulutFotoğraf: Privat

"Gül bahçesine de geçmeyeceğiz"

Millet İttifakı da Ortak Politika Belgesi'nde basın özgürlüğü başlığında "Güçlendireceğiz" vurgusu  yapıyor. Medyanın çoğulcu bir yapı içerisinde çalışacağı ve bunun için de anayasal adım atılacağı mesajı veriliyor. Medya sahipliği konusunda da yeni düzenlemelerin yapılacağı vaat ediliyor. Ancak düzenlemelerin detaylarına dair bir vurgu yer almıyor.

Medya temsilcileri ise bu vaatlerin de çok kolay gerçekleşemeyeceğine işaret ediyor. Yusuf Kanlı, vaatlerin ötesinde gazetecilerin hak arayışının devam edeceğini söylüyor:

"Bir tarafta özgürlükleri demokrasiyi baskılamış tek adam rejimi var, diğer tarafta çoğulcu demokrasi vaadi var. Bir iktidar değişiminde gül bahçesine de geçmeyeceğiz. Gazeteciler seslerini daha çok çıkararak haklarını daha çok arayacak."

RSF Temsilcisi Önderoğlu da "Vaat ederek, Basın İlan Kurumu (BİK), RTÜK ve Basın Kartları Komisyonu gibi yapıların ayrımcı icraatlarına son veremeyiz. Bu kurulların üyelerini siyaset içinde aradıkça, bugün medyayı hiç olmadığı kadar dramatik şekilde kutuplaştıran dünyadan bir adım uzaklaşamayız" ifadelerini kullanıyor ve özellikle muhalefet olmak üzere partilerin daha somut vaat vermesi gerektiğini sözlerine ekliyor.

"Biz iktidara gelirsek bu sorular zaten biter" söyleminin "kolaycılık" olduğunu belirten Önderoğlu, "30 yıldır Türkiye medyasının yakından izleyen bir kuruluş olarak, net düzenleme, demokratik ve birleştirici mevzuat ve liyakat olmadan sorunları yeniden baştan yaşamaya başlayacağımızı biliyoruz. Keza, son 20 yıl bize, onca demokratik reform yaparken uygulanmadan hepsinin kağıt üstünde bırakılabileceğini gösterdi" diyor.

AKP'nin son günlerde demokratik seçimlerde ortaya çıkacak iktidar değişikliği ihtimalinin bile "darbe" olarak tanımladığını hatırlatan Gökhan Bulut da "Bu yönde haberler 'darbeye destek' suçlamasıyla tehdit edilmesi anlamına da geliyor. Basının demokratik süreçleri savunmak ve bu süreçler hakkında gerçeklere dayalı haber yapmaktan bile men edilme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu günümüzde basın özgürlüğünün tesis edilmesinin ilk şartının iktidar değişikliği olduğu da açık" yorumunu yapıyor. 

Hangi adımlar atılmalı? 

Yusuf Kanlı, muhalefetin iktidara gelebilmesi halinde de reform adımları atması gerektiğini vurguluyor. "RTÜK'ün üye yapısını siyasilerin belirlememesi" gerektiğini söyleyen Kanlı, "Gazeteci örgütleri, Cemiyet, Basın Konseyi gibi kuruluşlar önerir yine Meclis seçer. AK Parti, CHP, MHP kontenjanından seçtiğiniz zaman kurumdan objektif bir beklenti olmaz. Tamamen siyasi kurum haline geliyor" diyor.

Basın kuruluşlarının aldığı resmi ilanların dağıtımında da sorunlar olduğunu anlatan Kanlı, "Basın İlan Kurumu'nun yapısının da değiştirilmesi gerek. Bu kurum ceza kurumu gibi çalışıyor. Ceza değil düzenleyici kurumlar olarak çalışması gerekir. Kamu reklamlarına da bir standart getirilmeli. Tekelleşme sorunu da adım atılması gereken başlıklardan. Beş - altı gazete, üç - dört TV kanalı tek bir kişiye ait olmaz. Kabul edilebilir normal bir durum da değil" önerilerini dile getiriyor.

Basın özgürlüğünün sağlanmasında önemli ayaklardan birinin de gazetecilerin çalışma koşulları olduğunu vurgulayan Gökhan Bulut, "Çalışma koşullarını düzenleyen 5953 sayılı kanunda iyileştirilmelerin yapılması, bu kanun dışı çalışmanın yasaklanması, 'stajyerlik, deneme süresi, serbest gazetecilik' gibi güvencesiz çalışmanın engellenmesi ve gazetecilerin sendikal ve mesleki örgütlenmesinin önündeki engellerin kaldırılması gerekir" görüşünü dile getiriyor.

Sendikalaşmanın önemine Yusuf Kanlı da dikkat çekerken sendikaların sadece ücret merkezli hareket etmemesi gerektiğini sözlerine ekledi. DW Türkçe'nin Türkiye irtibat ofisinin kapatılmasını da değerlendiren Kanlı, "Bu ve benzeri yayın organları yazılması istenmeyen alanlarda haberler üretiyor. Türk halkı da buralara yöneliyor ve rahatsızlık bundan çünkü izleniyor, takip ediliyor, bilgi alınıyor" dedi.

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?