1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Başkomiser Nevzat Berlin'e geliyor

24 Mayıs 2017

Yazar Ahmet Ümit, hikayesi Berlin ile Bergama arasında geçen bir romanın hazırlığı içinde. Eylül ayında Almanca olarak yayımlanacak İstanbul Hatırası adlı romanı kapsamda Berlin'e gelen Ümit, bir sonraki kitabına ilişkin DW Türkçe'nin sorularını yanıtladı.

https://p.dw.com/p/2dUrO

DW Türkçe: Ahmet Bey, şimdiye dek hangi kitaplarınız Alman okurlarla buluştu? Berlin'den nasıl izlenimlerle ayrılıyorsunuz?

Ahmet Ümit: İlk olarak 2005 yılında "Sisi ve Gece" romanım Almanca'ya çevrilmişti. Ardından "Patasana" ve "Şeytan Ayrıntıda Gizlidir" adlı hikaye kitabım çevrildi. Şimdi de bu eylül ayında "İstanbul Hatırası" Bertelsmann yayınları tarafından yayımlanacak. Yani dördüncü romanım eylül ayında Alman okurlarıyla buluşmuş olacak. Almanya ve Berlin, benim çok sevdiğim bir ülke ve bir şehir. Buraya gelmeyi çok seviyorum. Çünkü her ne kadar kültürel olarak çok farklı olsak da bizim insanımızı burada her yerde görmek mümkün. Ve o insanların yani Türk insanının burada çektiği çileler, sorunlar; Alman toplumuyla entegre olma meseleleri, Almanların onlara bakışı bir yazar olarak beni çok derinden etkiliyor. Yani bu iki farklı kültürün kaynaşamaması problemi derin bir mesele; gideceğim ama tekrar geleceğim. Berlin'den kopmayı çok düşünmüyorum.

DW Türkçe: Neden iki kültürün kaynaşamadığı düşüncesindesiniz?

Ahmet Ümit: Türklerin kendilerini Alman toplumundan ayırdıklarını gözlemledim, kendilerini Alman toplumunun bir parçası olarak görmüyorlar. Örneğin; taksiye biniyorum ve karşılaştığım Türk taksi şoförleri "Ooo siz de bizdensiniz" diyorlar.Yani uzun yıllardır Almanya'da yaşamaları ve çalışmalarına rağmen hala "biz" ve "siz" tanımı yapıyorlar. Bu da kendilerini yabancı hissettiklerinin bir işareti. Türklerin Almanya'da bir ekonomisi var ama bu ekonomi de adeta kapalı bir ekonomi: Türklerin kendi doktorları, kendi avukatları, kendi alışveriş yerleri var. Türkler kurallara, Almanya'daki hukuka uyumlu yaşıyorlar, vergi veriyorlar. Ancak kendi içerisinde adeta otonom bir topluluk gibi davranıyorlar. Bunda Alman toplumunun da elbette payı var; göçmenlere, Türkiye'den gelenlere toplumun her kesimi tarafından eşit yurttaş gözüyle bakılmıyor, her ne kadar yasalar önünde böyle olsa da. Yani toplumdaki genel algıda bunun tam olarak oturduğunu söylemek pek mümkün değil.

DW Türkçe : Peki Alman toplumuna uyum sağlamış ve önemli başarılar elde etmiş Türk kökenli sporcular, sanatçılar ya da milletvekilleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Ahmet Ümit: Bunu çok olumlu, çok değerli buluyorum. Bu sayının daha fazla olmasından yanayım. Daha fazla Türk kökenli insanın Almanya'daki kültürel, sanatsal, sportif ve politik hayatın içinde yer alması gerektiğine inanıyorum. Böylece hem Alman toplumuna çeşitlilik ve zenginlik katabilirler, hem de hakettikleri kabulü görürler. Ancak belirttiğim gibi bu konudaki sayılar yeterli değil. Aksi halde Türk toplumu kendini dışlanmış hissetmezdi. Burada ciddi bir eleştiri sürecinden geçmek lazım diye düşünüyorum.

DW Türkçe : Bir sonraki kitabınızın konusu nedir? Hangi tarihi dönemde, nerede geçiyor? Kahramanı yine Başkomiser Nevzat mı olacak?

Ahmet Ümit: Bu yazmakta olduğum roman değil ama bir sonraki kitabım Berlin'de. Yani Bergama ve Berlin arasında geçen bir roman. Biliyorsunuz Pergamon Müzesi'nde bir Zeus Sunağı var; bu sunak Bergama'dan getirildi. Bu ikisinden hareketle gelişecek bir roman olacak. Evet, Başkomiser Nevzat da Berlin'e geliyor. Çünkü Berlin'de önemli bir Türk'ün, henüz karar vermedim belki bir belediye başkanı, belki bir milletvekilinin cesedi Spree Nehri'nde bulunuyor ve Türkiye'den de Nevzat, Almanlarla birlikte bu işi soruşturmak için buraya geliyor. Yani Başkomiser Nevzat Berlin'de esrarengiz bir cinayet soruşturması içinde; kökleri ta Berlin'den Bergama'ya uzanan ve Almanya'daki Türklerin hayatlarına da gönderme yapan bir hikayenin içinde bulacak kendisini.

DW Türkçe: Türk edebiyatında polisiye türünün yerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ahmet Ümit: Aslında Türk edebiyatında polisiye türü çok önce başladı. 1884 yılında Ahmet Mithat Efendi, Esrar-ı Cinayat'ı yazdı. Fakat bu tür 1996'ya kadar fazla gelişemedi. Polisiye romanlar yazıldı ancak edebi türde polisiye romanlar yazılmadı. Aslında 1996 yılında benim "Sis ve Gece" Almanca'ya da ilk çevrilen kitabım "Nacht und Nebel" belki de edebi polisiyenin bir miladı oldu. Ve açık konuşmak gerekirse biraz da benimle beraber polisiye roman Türkiye'de yükselişe geçti.  Almanya'da ise "Krimi" denilen tür zaten çok yaygın. Ama şimdi Türkiye'de de pek çok değerli yazarımız; yetenekli ve genç yazarlarımız polisiye yazıyorlar ve polisiye roman giderek Türkiye'de çok daha büyük bir okuyucu kitlesine ulaşıyor. Benim romanlarıma gelince; gösterilen ilgi gerçekten büyük, yılda beşyüzbin adet civarında kitabım okunuyor Türkiye'de. Bu hakikaten hem Türkiye için hem Avrupa için büyük rakam. İnsanlar, artık Türkiye'de de polisiye romanı tıpkı Almanya'da olduğu gibi merakla, zevkle okumaya başladılar.

© Deutsche Welle Türkçe

Özlem Coşkun / Berlin