1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Darbe söylentisi kime hizmet ediyor?

18 Şubat 2020

Hükümete yakın kalemler, neden aniden darbe tehlikesini gündeme getirdi? İktidar, neden demeç vererek konuyu gündemde tutuyor? CHP Lideri Kılıçdaroğlu, sessizliğini DW Türkçe için bozdu. Fikret Bila’nın analizi...

https://p.dw.com/p/3Xwov
Fotoğraf: Reuters/A. Konstantinidis

İktidar iç ve dış politikada darboğaza girmişken, hükümeti destekleyen kalemlerin "darbe söylentisi"ni, "FETÖ’nün siyasi ayağı” tartışmalarının hemen ardından dolaşıma sokmaları yeni bir gündem maddesi oldu.

Amaç da buydu. Bu söylentiyi dillendiren, "FETÖ’nün siyasi ayağı” tartışmaları gündemi örtmeye yetmeyince anlaşılan o ki, bu kez de “darbe söylentisi” yayarak yapay bir tartışmayla kamuoyunu meşgul etmeyi denediler.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan dahil AK Parti Sözcüleri, bu söylentileri ciddiye alan açıklamalar yaptılar. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Herkes neyi var neyi yok meydanlara çıkar” dedi. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, “Halep oradaysa arşın burada. Darbeyi aklından bile geçirenler 15 Temmuz’u rahmetle okur” diye konuştu. İktidara yakın yazarların çıkardıkları “darbe söylentisi”ne, iktidarın en güçlü isimleri karşılık verdi.

Fikret Bila
Fikret BilaFotoğraf: Privat

“Kemalist bir darbe” hazırlığından söz edip, halkı uyanık olmaya çağıranların dayanağı RAND Corporation’ın iki aya yakın süre önce yayınladığı bir raporda, “Türk Silahlı Kuvvetleri’nde orta rütbedekilerin tasfiyelerden rahatsız oldukları” ifadesi. Buradan hareketle “darbe hazırlığı” yazıları yazdılar.

Şunu belirtmek gerekir ki, bu raporun yayınlandığı günlerde böyle bir yoruma ihtiyaç duymayanların, eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un "FETÖ’nün siyasi ayağı”yla ilgili açıklaması yapmasından sonra, darbe söylentisini dolaşıma sokmaları manidardı. Aynı anda “FETÖ’nün siyasi ayağı Erdoğan’dır” açıklaması yapan CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun da “darbe söylentisi”yle ilişkilendirmeye çalışılması da dikkat çekiciydi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İlker Başbuğ hakkında milletvekillerine dava açın talimatı vermesinin ardından, “darbe korkusu” yayacak yorumların artması da dikkate değerdi.

Dolaşıma sokulan senaryo şuydu: “TSK’de Kemalist bir darbe hazırlığı vardı. Bunu gerçekleştirecek olanlarla İlker Başbuğ’un ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun ilgisi vardı. Aman halk dikkatli olmalıydı.”

Bu senaryo da, “FETÖ’nün siyasi ayağı Kılıçdaroğlu’dur” hamlesi gibi kamuoyunda bir karşılık bulmadı. Hiç inandırıcı olmadı.

Başbuğ'un tepkisi

İlk tepki İlker Başbuğ’dan geldi. Avukatı İlkay Sezer şu açıklamayı yaptı: "Son günlerde müvekkilimiz Sayın İlker Başbuğ'un adının hayali bazı senaryolarla gündeme getirildiğini görmekteyiz. Bugünlerde müvekkilimizin adının da karıştırıldığı hayali senaryolar, FETÖ'nün geçmişte ürettiği komploları ve bu komplolara zemin hazırlamak için yapılan kamuoyu oluşturma süreçlerini hatırlatmaktadır.”

Sezer’in, açıklamasında darbe söylentisini, "FETÖ’nün gecmişteki kamuoyu oluşturma süreçlerine” benzetmesi altı çizilmesi gereken bir ifadedir.

Kılıçdaroğlu'nun tepkisi

CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, ise bu iddiaları ciddiye alarak gündemin değiştirilmesine katkı vermek istemedi. Bu nedenle kamuoyuna açık şekilde tartışmaya girmedi.

Bu yöndeki sorumuza gönderdiği yanıt özetle darbe söylentisinin “gerçek gündemin üstünü kapatmak için iktidarın kullandığı enstrümanlardan biri” şeklindeydi.

Kılıçdaroğlu, bu söylentinin bir algı operasyonu olduğunu düşünüyor: "Madem böyle bir söylenti var, Savcılar iktidarın emrinde. Bunları yazanları çağırıp sorsunlar. Nereden kaynaklandığını öğrensinler. Devletin bütün kurumları kontrollerinde. Onlara sorsunlar. CHP darbelerden mağdur olmuş ve göğsünü gere gere onlarla mücadele etmiş bir partidir. Daha fazla bir şey söylemeye gerek yok.”

Kılıçdaroğlu da Başbuğ da gündemi örtmeye, değiştirmeye yönelik “darbe söylentisi” hamlesini algı yaratmaya yönelik boş bir senaryo olduğunu yansıtmış oldular.

Darbe geliyor diye neler oldu?

Türkiye’de uzun yıllar bir operasyon mekanizması kullanıldı. İktidara ve o zamanki adıyla Gülen cemaatine yakın küçük bir yayın organında bir haber veya yazı şeklinde bir iddia ortaya atılır; bu ertesi gün aynı cenahtaki büyük yayın organları tarafından işlenir, ardından cemaatin yuvalandığı Emniyet'ten operasyon gelir, hedef kişi veya kişiler gözaltına alınır ve yine cemaatin yargıçları tarafından tutuklanırdı.

Bu mekanizma TSK’nın tasfiye edilmesi sırasında çok daha büyük ölçekte kullanıldı. Yüksek yargının Gülencilerin etkisine girmesiyle birlikte hızlandırılan Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk gibi davalarla ve yasa düzenlemeleriyle TSK’da cumhuriyet değerlerine bağlı generaller, amiraller, albaylar, yarbaylar tasfiye edildiler. Yerlerine de büyük çoğunluğu 15 Temmuz kanlı darbe girişimine katılan Gülenci generaller ve subaylar getirildi.

O dönemde de kamuoyu "darbe yapacaklar” diye korkutulmuş, sahte oldukları anlaşılan darbe planları havalarda uçuşmuş ve davalar arka arkaya gelmişti. Bu süreç Atatürkçü, cumhuriyet değerlerine bağlı TSK kadrolarını tasfiye etti, bu tasfiye generallerle sınırlı kalmadı, onların yerini alabilecek albaylar da tasfiye edildi.

15 Temmuz darbe girişiminden sonra da Gülenci generaller, amiraller ve subaylar tasfiye edildi. Birçoğu yurtdışına kaçtı, kalanlar ise cezaevlerinde ve yargılamaları sürüyor. Bugün bile TSK içinde muvazzaf veya emekli olmuş subaylara yönelik "FETÖ'cülük” iddiasıyla gözaltılar, tutuklamalar sürüyor. TSK’daki arama-tarama, soruşturma faaliyeti devam ettiğine göre, kamuoyuna yansıtıldığı gibi bir darbe hazırlığı varsa bunun da kolayca ortaya çıkarılması gerekir.

Böyle bir hazırlığın TSK’nın her gün gözden geçirilip soruşturulduğu bir süreçte gözden kaçması mümkün değildir.

Fikret Bila

©Deutsche Welle Türkçe