1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Ekrandaki ideolojik düşman

30 Nisan 2009

Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin basın ve yayın organları devletin kontrol ve güdümündeydi. Doğu Berlin yönetimi, Batılı gazetecilere “sosyalist düzenin düşmanı” gözüyle bakmakta haklı mıydı?

https://p.dw.com/p/Hgsx
Siegbert Schefke 1980’de Doğu Alman kentlerinin sefaletini görüntülüyor
Batı hesabına çekimFotoğraf: Robert-Havemann-Gesellschaft

Aslında güzel bir öyküydü: 1980’li yılların ortalarında Batı Almanya’nın Hessen Eyaleti’nde yaşayan bir aile, Alman Demokratik Cumhuriyeti’ne geçmek için yola koyulur. Gözlerine inanamayan sınır muhafızı, Batı’da “işsiz mi” kaldıklarını sorar. Hayır, bu ailenin niyeti Alman Demokratik Cumhuriyeti’nde yerleşip meyhane işletmektir. Ulrich Schwarz, o günleri hatırladığında gülmeden edemiyor. “Der Spiegel” adlı haftalık haber dergisinin eski Doğu Almanya muhabiri olan Schwarz, ailenin serüvenini haber yapmış, kısa süre sonra da Alman Demokratik Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı’na çağrılmıştı.

Schwarz “Bana sınıra yaklaşma iznim olmadığı söylendi. Ben de o zaman bana ihtar vermelerini, biz de ‘Alman Demokratik Cumhuriyeti hakkında olumlu haber hazırlamak isteyen muhabirimiz ihtar aldı’ diye Der Spiegel’de yayınlayabileceğimizi söyledim. Bunun üzerine peşimi bıraktılar” diye yaşadıklarını anlatıyor.

Spiegel’in eski muhabiri Ulrich Schwarz ve Alman Demokratik Cumhuriyeti’ndeki “Der Spiegel” tabelası
Ulrich Schwarz, derginin tabelasını dış cepheye asamıyorduFotoğraf: Marlis Schaum

“Der Spiegel” ile Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin yıldızları hiç barışmadı. Siyasi haber dergisinin Doğu Almanya’da satışı yasaktı. Derginin Doğu Berlin’deki yazıişleri bürosu, parti bünyesindeki muhalif grupla ilgili haber yayınladığı gerekçesiyle 1976 – 1985 yılları arasında Sosyalist Birlik Partisi (SED) tarafından kapatıldı.

Düşman toprağında gazetecilik

Ulrich Schwarz, “Alman Demokratik Cumhuriyeti, yabancı gazeteciler için istiridye gibiydi” diyor. Schwarz, “Evimiz, büromuz dinleniyordu. Oturma odasında dostlarla yaptığım sohbetler kelimesi kelimesine banda alınıyordu. Berlin’in batısından her dönüşümde, birazdan düşman toprağına geçeceğimi düşünürdüm” diye devam ediyor.

Kendi medya kurumlarını kontrol ve yönlendirmede usta olan Sosyalist Birlik Partisi ile Doğu Alman Devlet Güvenlik Teşkilatı STASI, öncelikle Batı Alman muhabirleri denetim altında tutmaya da özen gösterirdi. Batı Alman gazeteciler, ilk kez 1973 yılında akredite olarak Alman Demokratik Cumhuriyeti’de çalışmaya başladılar.

Gazeteciler, Doğu Berlin dışına çıkmadan 24 saat önce başvuruda bulunmak ve ne hakkında haber hazırlayacaklarını Dışişleri Bakanlığı’na bildirmek zorundaydılar. Devlet Güvenlik Teşkilatı, her Batı Alman muhabiri hakkında gizli dosya tutar ve her birinin etrafında casus ve muhbirlerden ağ kurardı. Hür Berlin Üniversitesi’nin “SED devleti’ ortak araştırma grubundan Jochen Staadt, resmen irtibat kurmalarına izin verilen kişilerin parti ya da STASI üyesi olduğunu ve sürekli akreditasyonla çalışan Batı Alman muhabirlerin en az 15 ila 20 çift göz tarafından izlendiğini anlatıyor.

Jochen Staadt, Berlin Hür Üniversitesi’ndeki çalışma odasında
Jochen Staadt, STASI’nin medyadaki faaliyetlerini incelediFotoğraf: Marlis Schaum

Radyo ve televizyon muhabirleri en tehlikeliler sınıfından sayılırdı. Kamuya açık alanlarda Batı Alman televizyonu seyretmek 1973 yılında yasaklanmıştı. Ama konutlarda antenlerin batıya çevrilmesine göz yumulurdu. Batılı televizyonlar, rejimin gizli tutmaya çalıştığı, Doğu Almanya’daki çevre kirliliği ya da şehirlerin bakımsızlığı gibi haber konularını oturma odalarına taşırdı.

Gizli gazetecilik

Siegbert Schefke ve Aram Radomski, Batılı muhabirlerin nazik konulardaki bilgi ve malzeme kaynağıydı. Rejimle görülecek hesapları olduğunu söyleyen bu iki idealist genç 1980’li yılların ortalarında Batılı muhabirlere bilgi aktarmaya ve onların görüntüleyemedikleri yer ve olayların filmini çekmeye başlamıştı.

Schefke ve Radomski, 9 Ekim 1989’daki büyük gösteri sırasında kilisenin güvercin pisliğiyle dolu çatısına yatarak, 70 bin Leipzig sakininin SED rejimini nasıl protesto ettiğini görüntülemişlerdi. Der Spiegel Muhabiri Ulrich Schwarz da filmin kasetini Batı’ya kaçırmıştı. Ertesi gün Batı Alman televizyonundaki ana haber bültenini seyreden Doğu Almanlar, kendi medyalarının yaymaya çalıştığı, “500 dolayındaki sarhoşun Leipzig’de olay çıkardığı” şeklindeki haberin gerçekle ilgisi olmadığını anladı.

Aram Radomski o günler hatırlatıldığında, “Leipzig’de olanların gerçek yüzünü göstermekle Alman Demokratik Cumhuriyeti’ndeki protesto eylemlerinin artarak devam etmesine öncülük ettik. Ama bu büyük olaylar zinciri içindeki tek bir halkadan fazlası olmadığımız kanaatindeyim” diyor.

1987 Potsdam’ın metruk evleri
Fotoğraf: Robert-Havemann-Gesellschaft

Televizyon aracılığıyla göç

“SED devleti” ile ilgili araştırmalar yapan Jochen Staadt, Batı’yla kurulan kişisel bağlantılar ve artan göçler kadar Batı Alman radyo ve televizyonlarının da Sosyalist Birlik Partisi (SED) rejiminin tabutuna çivi çaktığını söylüyor.

Staadt, “Ülkeyi terk edemeyen Doğu Almanlara dünyada olup bitenleri sürekli aktararak Doğu Alman radyo, televizyon ve basınındaki propagandayı çürüten dış dünyanın sürekli varlığı, bence 1989’un yaşadığımız 1989 olmasının ön şartıydı” diyor.

Duvarın yıkılmasında, halkı ilgilendiren haberleri vermediği için Doğu Alman medyası da dolaylı rol oynadı. 1980’li yıllarda, sırf çok uzaklara gidebilmek için Doğu Alman televizyonunda yurtdışı muhabirliği yapan Harald Haendel medyanın rolünü şöyle özetliyor:

“Doğu’da izlenebilen Batı Alman medyası kitleleri cesaretlendirdi. Halk neler yapabileceğini fark etti, aynı zamanda rejimin ne kadar kötü işlediğini anladı. Devrimin kansız geçeceğini kim tahmin edebilirdi ki? Batı medyası hadiseleri devamlı haber konusu yapmasa ve gelişmeler Doğu medyası tarafından görmezlikten gelinmeseydi, devrim olmazdı.”

Marlis Schaum, Çeviri: Ahmet Günaltay
Editör: Hülya Köylü