1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

"AYM özgürlükler konusunda ikiye bölündü"

27 Temmuz 2019

Anayasa Mahkemesi’nin, Barış Bildirisi'ne imza attıkları için yargılanan akademisyenlerle ilgili “hak ihlali” kararı vermesini değerlendiren Murat Sabuncu, mahkemenin yapısına dair tespitlerde bulunuyor.

https://p.dw.com/p/3MpL9
Fotoğraf: Getty Images/AFP/O. Kose

Tarih 10 Ocak 2016’yı gösterdiğinde Türkiye bir süredir "çözüm sürecinin buzdolabına kalktığı", Doğu’da sokağa çıkma yasaklarının yaygınlaştığı, ölüm haberlerinin arttığı, hendek çatışmalarının yoğunlaştığı zor bir süreçten geçiyordu. İşte o günlerde 1128 akademisyen “Bu suça ortak olmayacağız” başlığıyla barış çağrısı yapan bir bildiri yayınladı.

İlerleyen günlerde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, bu akademisyenleri "vatan haini, terör örgütünün maşası, alçak, zalim, mandacı artığı" gibi hakaretlerle hedefe koydu. Bugünlerin "konuşma hakkı elinden alınmış mağduru", o günlerin akademi kökenli başbakanı Ahmet Davutoğlu ise şöyle demişti: "Bu bildiriye yansıyan provokatif dil fikir özgürlüğü kapsamında değerlendirilemez. Büyük üzüntü, hicap duydum."

Murat Sabuncu
Murat SabuncuFotoğraf: picture-alliance/dpa/Cumhuriyet

İktidarın hedef aldığı akademisyenler için yargı da kısa sürede harekete geçti ve Terörle Mücadele Kanunu’nun 7/2 maddesinden davalar açılmaya başlandı. 646 akademisyen mahkemeye çıktı. Davası sonuçlanan 204 akademisyenin tamamı 1 yıl 3 ay ile 3 yıl arasında hapse mahkum oldu. 29 kişinin hapis cezası 2 yılın üstünde olduğu için ve 7 kişi hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmediğinden, 36 akademisyenin mahkumiyet kararı ertelenmedi. Prof. Dr. Füsun Üstel 2.5 ay cezaevinde kaldı. (Kaynak: Bianet)

Akademisyenlerden dokuzu Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmuştu. Mahkeme yargılanan, ceza alan, işlerinden çıkarılan, pasaportları ellerinde alınan tüm imzacı akademisyenler için emsal olacak bir karar aldı. İktidara yakın medyanın tepkisini çeken kararda hak ihlali deniyordu. Karar Mahkeme’yi tam ortadan bölmüş, oylama 8-8 bitmişken Başkan’ın oyu eşit durumda belirleyici olduğundan ‘ihlal kararı’ alındı. Böyle bir kararla, görülen davalarda yargılananların beraat etmesi, işlerini kaybedenlerin işlerine dönmesi gerekiyor. Peki başka bir olasılık var mı?

Aslında Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 153’üncü maddesine göre yok, olmaması gerekiyor. O madde şöyle diyor:

Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir. Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.

Can Dündar ve Mehmet Altan örneği

Peki ‘bağlamadığı’ zamanlar oldu mu? Evet. İki somut olayı hatırlamakta yarar var.

Anayasa Mahkemesi'nin MİT tırlarıyla ilgili Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan haber nedeniyle Can Dündar ve Erdem Gül'ün 'hak ihlaline uğradığı' yönündeki kararı. Erdoğan bu kararla ilgili şöyle demişti: “Bana göre medyanın sınırsız özgürlüğü olamaz ve bu haberlerde bu ülkenin Başbakanına her türlü saldırı vardır. Ben Anayasa Mahkemesi'nin verdiği karara sadece sessiz kalırım ama onu kabul etmek durumunda değilim. Verdiği karara uymuyorum, saygı da duymuyorum.”

Anayasa Mahkemesi, Mehmet Altan hakkında da tutuklu olduğu dönemde hak ihlali kararı vermişti. Karar önce Altan’ın yargılandığı İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi’nce, ardından bir üst mahkeme sıfatıyla İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi'nce uygulanmamıştı. 27. Ağır Ceza Mahkemesi’nin başkanı şimdi Yargıtay’a terfi etmiş bir hakim. Ve aynı çatı altındaki Yargıtay 16. Ceza Dairesi hakimleri, Mehmet Altan için ‘beraat etmesi gerektiği yönünde’ karar aldı. ‘Anayasa Mahkemesi’ne rağmen’ aylarca tutuklu kalması ise gündeme getirilmedi. Aynı günlerde Cumhurbaşkanı Hukuk Danışmanı Mehmet Uçum da kararı şöyle yorumlamıştı: “AYM, mahkemelere talimat vermemelidir, tespitle yetinmelidir.”

Karara uyulur mu?

İktidara yakın medya kuruluşlarında yer alan haberler “Anayasa Mahkemesi’ne rağmen bir karşı harekette bulunulabilir mi?” sorusunu akla getiriyor. Ceza hukuku uzmanı avukat Fikret İlkiz’e göre, bu beklenti doğru değil. Fikret İlkiz, Mahkeme Başkanı’nın kısa bir süre önce yaptığı konuşmaya atıfta bulunuyor. İlkiz, AYM Başkanı Zühtü Arslan’ın ‘ihlalin kaynağını kurutmak’ ile ilgili sözlerine: “Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararlarındaki, ihlalin giderilmesine ilişkin değerlendirmelerinin ilgili mercilerce çok dikkatli şekilde değerlendirilmesi ve uygulanması hayati derecede önemlidir. Eğer ihlalin kaynağını kurutmak, yeni ihlalleri engellemek istiyorsak öncelikle Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararında ne söylediğini anlamamız gerekiyor” şeklinde yanıt veriyor.

Mahkemenin yapısı

Anayasa Mahkemesi üyelerinin atanma zamanları ve bunun kararlara yansımasına bakılacak olursa, Mahkeme’nin yapısı ‘özgürlükleri daha geniş bir çerçeveden anlayan-anlamlandıran’ yapıdan giderek uzaklaşıyor. Akademisyenlerle ilgili son kararda da, Cumhuriyet ve Kavala kararlarında da ortaya çıkan durum bu.

Ahmet Necdet Sezer döneminden tek üye var. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kontenjanından gelen Serdar Özgüldür. Başkan Zühtü Arslan dahil 7 üye Abdullah Gül zamanında seçildi. Başkanvekili Hasan Tahsin Gökcan, Başkanvekili Engin Yıldırım, Recep Kömürcü, Burhan Üstün, Muammer Topal, Mehmet Emin Kuz. Recep Tayyip Erdoğan döneminde seçilenler ise Kadir Özkaya, Recai Akyel, Yusuf Şevki Hakyemez, Yıldız Seferinoğlu, Selahaddin Menteş. TBMM’nin seçtikleri ise Hicabi Dursun, Celal Mümtaz Akıncı, Rıdvan Güleç.

Akademisyenlerle ilgili ihlal kararı veren, çoğunluğu Gül zamanında atanan üyeler şöyle: Arslan, Yıldırım, Gökcan, Dursun, Akıncı, Kuz, Hakyemez, Kömürcü.

İhlal olmadığını düşünen ve çoğunluğunu Erdoğan’ın atadığı üyeler ise: Güleç, Menteş, Seferinoğlu, Akyel, Özkaya, Özgüldür ve Üstün.

Erdoğan döneminde atanan ve genellemeye uymayan bir üye de var: Yusuf Şevki Hakyemez. Hakyemez fikir ve ifade hürriyeti ile ilgili davalarda özgürlükçü tavır alıyor.

2023’e kadar 4 üyenin görev süresi doluyor. Gül döneminde atanan Yargıtay kökenli Recep Kömürcü ve Burhan Üstün ile Hicabi Dursun ve Celal Mümtaz Akıncı’nın  görev süreleri bitiyor. Bu gelişmeler ışığında, kararlar giderek daha fazla siyasi iklimin etkisiyle alınacak gibi görünüyor.

Murat Sabuncu

© Deutsche Welle Türkçe