1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

İHD İstanbul: Zorla kaybetme devlet politikası

30 Ağustos 2019

Uluslararası Zorla Kaybedilenler Günü’nde İHD İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri, zorla kaybetmeyi devlet politikası olarak tanımlıyor. Yoleri, devletin "sözleşmelerin imzalanmasından kaçtığını" söylüyor.

https://p.dw.com/p/3Okdk
Cumartesi Anneleri'nden Emine Ocak
Cumartesi Anneleri'nden Emine OcakFotoğraf: Getty Images/H. Tunc

Zorla kaybetme, devletlerin kendisine muhalif grupları bastırma ve sindirme yöntemi olarak yüz yıllardır varlığını koruyor. Türkiye ve dünya üzerinde örneklerine rastladığımız zorla kaybetme olayları cezasızlıkla sonuçlanıyor.

Dünya genelinde zorla kaybetme vakaları özellikle de etnik ve dini çatışmaların ya da iç savaşların yaşandığı ülkelerde meydana geliyor. Brezilya, Uruguay, Şili, Peru, Guatemala, Arjantin, Filipinler, El Salvador, Sri Lanka, Suriye, Nepal, Irak, İran ve Cezayir gibi ülkelerde çok sayıda örneği bulunuyor.

Birleşmiş Milletler 2011 yılından bu yana 30 Ağustos'u Uluslararası Zorla Kaybedilenler Günü olarak anmaya başladı. Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmeden Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme'de de zorla kaybetmenin tanımını net bir şekilde yaptı.

BM zorla kaybetmeyi, "Kişilerin, devlet adına görev yapan veya devletin yetkilendirmesi, desteği ve bilgisiyle hareket eden kişiler veya gruplar tarafından tutuklanması, gözaltına alınması, kaçırılması veya başka herhangi bir biçimde özgürlüklerinden yoksun bırakılması, ardından söz konusu kişilerin kendi fiillerini reddetmeleri veya kaybolan kişinin nerede ve ne durumda olduğunu gizlemeleri ve sonuçta kayıp kişinin hukukun koruması dışında kalması" olarak tanımlıyor.

Türkiye, Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmeden Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme'yi imzalayan ülkeler arasında yer almıyor.
Türkiye, Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmeden Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme'yi imzalayan ülkeler arasında yer almıyor.

Türkiye anlaşmaya imza atmadı

Türkiye, sözleşmenin imzacıları arasında bulunmuyor. İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV) Terör Kaynaklı Faili Meçhul Verileri'ne göre Türkiye’de 1990-2011 yılları arasında toplam 2 bin 872 faili meçhul cinayet meydana geldi.

Aynı verilere göre, yargısız infazlar, dur ihtarına uymama, güvenlik kuvvetlerinin rastgele ateşi ile ölenler bin 945 kişi, gözaltında veya cezaevinde öldürmeler, ölümler sonucu bin 147 kişi ve siyasal nedenlerle zorla kaybedilenler ise 940 kişi olarak belirlendi.

Siyasi nedenlerle zorla kaybedilenlere ait veriler sadece 1993-2003 yılları arasını kapsarken; yargısız infazlara ait ise 1980-1990 arasına ait veri bulunmuyor.

zaltı sürelerindeki değişim

11 Eylül 1980 itibarıyla azami 15 gün olan gözaltı süresi 7 Kasım 1980’e gelindiğinde 90 güne kadar çıkarılmıştı. Olağanüstü Hal (OHAL) döneminde 30 günü bulan azami gözaltı süreleri 2019 itibarıyla Terörle Mücadele Kanunu (TMK) kapsamında dört güne indirildi. Ancak bu dört günlük gözaltı süresinin iki kere dörder gün daha uzatılması mümkün.

Türkiye'de darbe girişimi sonrası ilan edilen Olağanüstü Hal kapsamında gözaltı sürelerinin de uzatılmasıyla birlikte yeniden zorla kaybetme vakaları gündeme geldi.

İnsan Hakları Derneği İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri
İnsan Hakları Derneği İstanbul Şube Başkanı Gülseren YoleriFotoğraf: Privat

"90’lı yıllar gözaltında kaybetmenin yoğun olduğu yıllar"

DW Türkçe'ye konuşan İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri, kayıplar tarihini 1915 yılından başlattıklarını belirtiyor. "1915’te Ermenilere yönelik gözaltı ve sürgün süreci olmuştu ve bu sırada pek çok Ermeni aydın kaybedildi. Bu kişiler hâlâ kayıp." diyen İHD İstanbul Şube Başkanı, "Bu kayıpları da mücadelemizin bir parçası olarak görüyoruz" ifadesini kullanıyor.

Yoleri, "Cumhuriyet tarihi içerisinde gözaltında kayıpları araştırdığımız zaman 1936 yılında Salih Bolışık’ın kaybedildiğini biliyoruz. 1936 yılında o dönem muhalif çalışmalar yürüten bir kişi kaybedilmiş. Daha sonra Sabahattin Ali’nin gözaltında kaybedilişi var. 80 kayıpları diye ifade ettiğimiz, özellikle darbe dönemi ve hemen devamında kaybedilen kişiler var. 90’lı yıllar ise gözaltında kaybetme suçunun en yoğun işlendiği yıllar. 2002’ye kadar bu yoğunluğun azalarak devam ettiğini biliyoruz" diyor.

"Devlet sözleşmelerin imzalanmasından kaçıyor"

Yoleri, kayıpların kimliklendirme çalışmalarındaki zorluklara da dikkat çekiyor. Diyarbakır’da 4 bine yakın kişinin toplu mezarlara defnedildiğini hatırlatan Yoleri, kimliklendirme çalışmaları için toplu mezarların açılma uygulamasında bulunan kemiklere zarar verildiğini söylüyor.

Yoleri, "Bazı uluslararası sözleşmeler var. Mesela Minnesota Protokolü. Bu protokol toplu mezarların nasıl açılacağını gösteren bir protokol. Ancak Türkiye bu protokolü onaylamadığı için buna uygun hareket etmiyor. Aynı zamanda gözaltında kaybetmelere karşı bir Birleşmiş Milletler Sözleşmesi var. Bu sözleşmenin imzalanmasından da kaçıyor hâlâ devlet" diye konuşuyor.

"Devletin Kürt politikasıyla doğrudan ilişkili"

Yoleri'ye göre zorla kaybettirme bir devlet politikası: "İktidarların değişmiş olması bu uygulamanın değişmesi anlamına gelmedi. Gözaltında kaybetme Türkiye’de Kürt politikasıyla doğrudan ilişkili. Devlet ne kadar barıştan uzaksa, ne kadar Kürtlerin kimlik talebini sağlamaktan uzaksa o derece bu tür insanlığa karşı suçların işlendiğini görüyoruz."

"Gerçeklerin faturasını ödemek zorundalar"

Devletin işlediği insanlığa karşı suçlarda cezasızlık politikası uyguladığının altını çizen Yoleri, "Gerçekler sonsuza kadar saklanamıyor. Dolayısıyla gerçekler bir gün açığa çıktığında o gerçeklerin faturasını ödemek zorundalar" diyor.

Devletin 21 Mart 1995'te gözaltında kaybettiği Hasan Ocak’ın kardeşi ve Cumartesi İnsanı Maside Ocak
Devletin 21 Mart 1995'te gözaltında kaybettiği Hasan Ocak’ın kardeşi ve Cumartesi İnsanı Maside Ocak Fotoğraf: Privat

Devletin 21 Mart 1995'te gözaltında kaybettiği Hasan Ocak, gözaltında kayıplara karşı mücadelede önemli bir kilometre taşı oldu. Hasan Ocak’ın kaybedilmesi sonrası 58 gün boyunca Hasan Ocak’ı arayan ailesi Cumartesi İnsanları’nın bir araya gelmesine öncülük etti.

Hasan Ocak’ın kardeşi ve Cumartesi İnsanı Maside Ocak da 19 yaşından beri mücadelenin içinde. Ocak, ağabeyinin kaybedildiği günü şöyle anlatıyor: "Gözaltına alındığı gün ablamın doğum günüydü ve biz onu evde bekliyorduk ama ağabeyim o günden sonra bir daha eve gelmedi."

"Paramparça edilmiş bedeninin fotoğrafı hafızamdan silinmiyor"

Ocak, "Benim 24 yaşında bir mücadelem var. Ben 19 yaşındaydım ağabeyim kaybedildiğinde ve her cumartesi Hasan’ın gülen yüzünün fotoğrafını taşıyorum boynumda ve elimde. Ama ben Hasan’ın gülen yüzünün fotoğrafını taşırken Hasan’ın paramparça edilmiş yüzü gözlerimin önündedir hep" diye anlatıyor.

Cumartesi Anneleri pes etmiyor

Hasan Ocak’ın kardeşi Maside Ocak, "Kimsesizler mezarlığından çıkardığımızda yüzünü açıp göremedik belki ama o koku benim için hiçbir zaman silinmeyecek bir şeydir. Çünkü insanlar sevdiklerini kokularıyla hatırlarlar. Ama Hasan’ın toprağın altından çıkarttığımız bedeninin kokusu, onu son kez öpüşümüz benim hayatımın orta yerinde duran bir şeydir" diyor.

"24 yıldır ilmek ilmek örülen bir mücadelemiz var"

24 yıllık kayıplara karşı mücadelede birçok kayıp yakınının yaşamını yitirdiğini ifade eden Ocak, "Onların bizi engelleyen ve cezasızlığın bitmemesi için önümüze konulan kalkanları varsa bizim de 24 yıldır ilmek ilmek örülen, tırnaklarımızla kazıdığımız bir mücadelemiz var" diye konuşuyor.

Eda Narin / İstanbul

© Deutsche Welle Türkçe