1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Alman Demokratik Cumhuriyeti’nde hayat nasıldı?

30 Nisan 2009

Dönüm noktası. Rejimin çöküşü. Ve sonrası. Ingo Schulze’nin eserlerine kaynak olan konular. Yazar DW-WORLD.DE’ye Alman Demokratik Cumhuriyeti’ni nasıl gördüğünü ve “Batı’nın kayboluşu”nu anlatıyor.

https://p.dw.com/p/HgtC
Alman yazar Ingo Schulze - "Simple Storys", "Yeni Hayatlar" (Foto: dpa – Report)
Yazar Ingo SchulzeFotoğraf: PA/dpa

DW-WORLD.DE: Sayın Schulze, Alman Demokratik Cumhuriyeti’ni resmedecek olsanız, nasıl bir tablo çizerdiniz?

Ingo Schulze: Ortaya nasıl bir Alman Demokratik Cumhuriyeti mi çıkardı? Çok kitap doldururdu. Eski evler, bol boş zaman ve evlerdeki buluşmalar. Bu özel mekanlar, evler, mutfaklar ve gezintiler sembolik değerdeydi. Buluşmadan çok önce randevu alınırdı. Ama zile basıp, kapının açılmasını ummak da vardı. Bütün bu genelleştirmeler tabii klişeleşmeye de yatkın oluyor.

DW-WORLD.DE: Alman Demokratik Cumhuriyeti ile ilgili anılar yine revaçta. Die Zeit gazetesi, “Almanlar hatırlamayı beceremiyor. Yalan söyleniyor, konuşulmuyor ya da münakaşa ediliyor” diye yazmıştı. Doğru mu?

Ingo Schulze: Edinilen her yeni tecrübe, geçmişe bakışı değiştiriyor. Tabii, birbiriyle bağdaşmayan çelişkili tecrübelerin olması da normal. Tek bir gerçek olamaz. Sanatı bu nedenle seviyorum. Bir öyküde, bir şiirde ya da bir tiyatro eserinde gerçekler yan yana dizilebilir. Aslında ben de genelleştirmeye meydan vermemek için yazıyorum.

DW-WORLD.DE: Alman Demokratik Cumhuriyeti, fiilen haritadan silinmiş bir devlet. Örneğin, çocukluğunuzu geçirdiğiniz Dresden’de gezerken, size geçmişi hatırlatan şeyler oluyor mu?

Yeniden yapılan Dresden’deki Frauenkirche (Foto: AP)
Dresden’deki Frauenkirche yeniden inşa edildikten sonraFotoğraf: AP

Ingo Schulze: Şehirde tek başıma dolaşabilmek için iki yıl önce dostlarıma haber vermeden Dresden’e gittim. Oldukça ayıltıcıydı. Frauenkirche kilisesinin yeniden inşası için bağışta bulunmamıştım. Kilisenin önüne geldiğimde, “Aman tanrım, Dresden’in merkezi burası mıymış?” demekten kendimi alamadım. Ama kilisenin etrafında yapılanlar daha da kötüydü. Turistlere hitap eden, cephesi alçıdan betonarme bir Disneyland. Dresden’in hiç sevmediğim barok ile Stalinizm karışımı mimarisinin daha dürüst olduğunu, belli bir zaman dilimini yansıttığını, herhangi bir kent mimarisinin yerine konamayacağını anladım. Şimdi Dresden’in merkezini ticari ve turistik amaçlarla bir masal diyarına çevirmeye çalışıyorlar. Hiçbir zaman mimari ekol olarak benimsemediğim bir şey değerleniyor ve neredeyse insani bir çehreye kavuşuyor.

DW-WORLD.DE: Mimari projeler yüzünden çoğu binanın yerle bir edilmesini, geçmişe dönülmek ve Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin Nazizm geçmişinin unutturulmak istenmesini eleştirdiniz. Eski Lenin heykelleri yeniden dikilmeden Alman Demokratik Cumhuriyeti’ni hatırlamak mümkün değil mi?

Berlin’deki eski Cumhuriyet Sarayı’nın çatısında neonlu “şüphe” yazısı (Foto: dpa – Report)
Yıkılmadan önce Cumhuriyet SarayıFotoğraf: dpa Zentralbild

Ingo Schulz: Lenin heykellerinin kaldırılmasından çok memnunum. Ama Berlin’deki Cumhuriyet Sarayı’nın yıkılması saçmaydı. Berlin’de modernlikten hoşlanılmadığını seziyorum. İmparatorluktan büyük Federal Cumhuriyet’e atlamak isteniyor sanki. Bu küçük ölçekte de yapılıyor. Viraneye dönmüş evlerle cephelerdeki mermi izlerini kültleştirme hevesinde değilim. Çoğu eski binanın yıkılmasına belki katlanılabilir. Ama onların yerine konanları tehlikeli buluyorum. Kamu alanları daralırken, ticari alanlar genişliyor. Örneğin, Berlin’in Potsdam Meydanı. Tamamen turistik. Berlinli oraya uğramıyor. Şirketlere dağıtılmış bir yere kamuya açık alan denemez. Çoğu şeyde böyle oluyor. Demokrasi, kamuya yer açmaktır. Alman Demokratik Cumhuriyeti’nde bu yarı resmi bir politikaydı. Ama şimdi, topluma açık alan yaratma imkanı varken ticari düşünceler galebe çalıyor ve halk tüketiciliğe indirgeniyor.

DW-WORLD.DE: “Doğu’nun kaybolmasının sizi Batı’nın kaybolması kadar üzmediğini” söylemekle neyi kastetmiştiniz?

Ingo Schulz: Hayatın bütün alanlarıyla iktisadileştirilmesini. 1970 ve 1980’li yıllarda Batı’da nasıl yaşandığını bizzat tecrübe etmedim. Ama duyduklarıma göre standartlar farklıydı, sosyal adalet bilinci bambaşkaydı. Batı’yı tanımaya başladığım 1990 yılından beri her şey ekonominin şartlarına uydurulurken devlet elini eteğini çekiyor. Örneğin, neden demiryollarının bu ülkede yaşayan herkesin yararına olduğu idrak edilip biletler ucuzlatılmaz ve ekolojik alternatifi geliştirilmez? Demiryollarından niçin kâr etmesi beklenir? Bu gelişmenin doğru bulmadığım çok yanları var. Bu da beni öfkelendiriyor.

1962 yılında Dresden’de dünyaya gelen yazar Ingo Schulze Berlin’de yaşıyor. 1998 yılında yayımlanan ve Doğu Almanya’nın kırsal bölgelerindeki hayatı konu alan “Simple Storys” adlı romanı birçok eleştirmen tarafından “birleşmenin özlenen öyküsü” olarak tanımlanır. Schulze’nin birleşme yılı 1989’u işleyen trajikomik “Adam ve Evelyn” adlı son romanı 2008 Alman Edebiyat Ödülü’ne aday gösterilmişti.

Gabriele Schaaf, Çeviri: Ahmet Günaltay
Editör: Hülya Köylü