1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

İran'ın Ortadoğu’da güçlenen nüfuzu

Ulrich Pick / İstanbul18 Temmuz 2006

İsrail – Lübnan krizine ilişkin Tahran’dan gelen açıklamalar, İran’ı yavaş yavaş çatışmanın bir tarafı haline getiriyor. Hizbullah’a verdiği destekle şimşekleri üzerine çeken İran, bir yandan da Ortadoğu’daki gücünü perçinlemeye çalışıyor. DW’den Ulrich Pick, İran’ın bölgedeki nüfuzunu mercek altına aldı...

https://p.dw.com/p/AZo9
İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad'ın Lübnan krizine ilişkin sert açıklamalar yapıyor
İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad'ın Lübnan krizine ilişkin sert açıklamalar yapıyorFotoğraf: AP

1979 yılında İran’daki İslam devrimi sırasında Ayetullah Humeyni, “Bu yeni siyasi modelin tüm dünyaya yayılacağını” söylemişti. 27 yıl sonra Humeyni’nin bu sözlerinin gerçekleşmediği görüldü, ancak Tahran’ın bölgede hakim bir konuma gelmesi hedefine ulaşılmış oldu. Çünkü İran, bugün itibariyle Batı’ya üç ayrı siyasi mesele konusunda diretebiliyor.

İran’ı, Batı’yla karşı karşıya getiren ilk konu, sahip olduğu nükleer program. İran, yıllarca ABD tarafından nükleer yakıt ve teknolojiler konusunda ambargolu olsa da, uranyum zenginleştirmeyi başardı. Devlet Başkanı Mahmud Ahmedinejad, nükleer ülkeler kulübüne katıldıklarını resmen ilan ettiyse de, İran’ın bu ülkeler arasına uzun süre katılamayacağı biliniyor. Ancak Tahran, uranyum zenginleştirme denemelerinde başarılı oldu ve atom santralleri, ülkenin dört bir tarafına dağılmış olması sebebiyle askeri bir müdahale anında zor ulaşılır bir konuma sahip.

Ayrıca yaşanan nükleer krizde Tahran, elinde önemli bir koz bulunuyor, o da şu: Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’ndan ayrılmaya karar verdiğinde, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun İran üzerinde hiç bir kontrol yetkisi kalmayacak. Böylece uluslararası toplumun çıkarlarına ters düşse de, Tahran, nükleer faaliyetlerini gizli bir şekilde yürütme olanağına sahip olabilecek.

İran’ın Irak’taki etkisi

İran’ın ikinci etkin rol oynadığı konu ise Irak. İran, Irak’taki mezhepler konusunda söz sahibi. Çünkü Irak’ın üçte ikisi Şiiler’den oluşuyor ve bu insanlar her ne kadar Arap da olsalar, Riyad ya da Kahire’den ziyade, Tahran’ın söylemlerini dikkate alacaklardır.

Bunun da ötesinde, Irak’taki en büyük dini otorite Şii lider Ayetullah Ali El-Sistani, İran’ın Meşet kentinden. Tahran, Sistani’nin yanı sıra bir çok Şii bakan ve Şii Dava Partisi yetkilileriyle ayrıca Mukteda el Sadr’a bağlı kesimle de sıkı ilişkiler içinde. Buradan yola çıkarak İran’ın, ülkede, ABD’nin hakimiyetini arttırmasına izin vermeyeceği ve Irak’taki sorunun olası bir mezhepler krizine dönüşmesinde etkisini hissettireceğinden söz edilebilir.

Lübnan krizi

İran’ın bölgedeki nüfuzunun ne kadar etkili olduğu İsrail - Lübnan kriziyle de ölçülebilir. Çünkü şu an Lübnan’da krizin taraflarından olan Şii Hizbullah, İran’daki İslam devriminin bir sonucu olarak 1982 yılında ortaya çıktı. Hizbullah lideri Hasan Nasrullah, zamanla örgütün Tahran’a olan bağımlılığını azalttıysa da, İran Dışişleri Bakanı Manuçehr Mutteki’nin belirttiği gibi, Tahran’ın Hizbullah’la sadece duygusal bir bağı bulunmuyor.

Hizbullah, liderleri Nasrullah’ın da değindiği üzere, Şiilerin anavatanı İran’dan hem mali hem de askeri destek görüyor. Hizbullah’ın elinde bulunan 10 binden fazla Katyuşa füzesi de, İran ve Suriye tarafından yeniden yapılmış Sovyet menşeli silahlar. Ayrıca İran, Hizbullah savaşçılarına da eğitim veriyor.

Tüm bu noktalar dikkate alındığında İran, 70 milyonun üzerindeki nüfusuyla, Ortadoğu’daki en kalabalık ülke olmakla beraber, bölgede azımsanmayacak bir siyasi güce sahip. Ve Tahran, Ortadoğu’daki hakimiyeti ele geçirmeyi hedefliyor.