1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

İsrail-BAE anlaşması eski yaraları sarar mı?

18 Ağustos 2020

Bir dönüm noktası niteliğinde olan İsrail-BAE anlaşması, bölgenin tümünü etkiliyor. Emirlik'in "bağımsız bir karar” dediği anlaşma, Tahran'a göre büyük bir yanlış. DW Kudüs Muhabiri Tania Kraemer’in analizi.

https://p.dw.com/p/3h89T
BAE-İsrail anlaşmasını protesto eden Gazzeliler, 16 Ağustos 2020Fotoğraf: picture-alliance/Zuma/M. Issa

İsrailli yatırımcı Jon Medved, son 10 yılda, çoğu İstanbul veya Amman üzerinden aktarmalı uçuşlarla olmak üzere İsrail’den Birleşik Arap Emirlikleri'ne (BAE) sayısız kez gidip geldi.

Aslında Medved için iki ülkenin diplomatik ilişkileri başlatma duyurusu tümüyle bir sürpriz değildi. "Bu uzun süredir beklenen bir şeydi" diyen yatırım platformu OurCrowd'ın kurucusu ve CEO’su Medved, iki ülke arasında birçok sektörde işbirliğinin önünü açan son gelişmeleri olumlu bulduğunu söylüyor. 

Anlaşmadan “oldukça memnun” olduğunu belirten Medved, "İsrail ile Arap komşuları arasındaki ilişki kördüğümünü çözmenin getireceği potansiyel çok fazla. Bu, büyük bir gelişme" diyor.

Beziehungen zwischen Israel-UAE
Jon MedvedFotoğraf: DW/T. Krämer

Körfez ülkeleri ile İsrail arasında son yıllarda kapalı kapılar ardında giderek büyüyen ilişkiler kimilerine göre bölgede "en kötü saklanan sır." Bu ilişkiler sadece politik düzlemde değil, aynı zamanda ticari çıkarları kapsayan bir düzlemde ilerliyor. Çoğu İsrailli gibi daha önce BAE’ye girerken vatandaşı olduğu ikinci bir ülkenin pasaportunu kullanan Medved, iş ilişkisi kurduğu insanlarınsa şirketinin İsrail merkezli olduğunun tümüyle bilincinde olduğunu anlatıyor. 

Medved, geçen Aralık ayında İsrailli bir yatırımcı olarak resmi davetle gittiği Abu Dhabi’deki konferansta yaşadıklarınıysa şu sözlerle anlatıyor: "Suudi bir bankacı ile konuşmamızı hatırlıyorum. Bence oldukça iyi bir konuşmaydı. İsrail’den geldiğimi duyunca beni önce Arapça selamladı. Ardından şöyle dedi: Neden bu kadar geciktiniz?"

İlişkileri normalleştiren ilk Körfez ülkesi

BAE, İsrail ile diplomatik ilişkileri olan tek Körfez ve üçüncü Arap ülkesi. Mısır 1979’da, Ürdün ise 1994’te İsrail ile bir barış anlaşması imzalamıştı. Anlaşmanın imzalandığı haftasonunda İsrailli gazeteciler ilk kez İsrailli televizyon kanallarına BAE’den haber geçtiler.

Bazı medya kuruluşları BAE yetkilileri ile doğrudan röportaj bile yaptı. Geçen Pazar, iki ülke arasındaki telefon hatları ilk kez kuruldu ve BAE İsrail merkezli haber sitelerine erişim engelini açtı. 

İsrail'den bir delegasyonun da kısa süre içinde BAE’ye seyahat edip tarım, havacılık, sağlık, turizm, güvenlik ve teknoloji alanlarındaki ikili anlaşmaları masaya yatırması bekleniyor.

Israel Tel Aviv
BAE bayrağının yansıtıldığı Tel Aviv belediye binasıFotoğraf: Oren Rosenfeld

Netanyahu rahat bir nefes aldı

ABD arabuluculuğundaki BAE-İsrail anlaşması, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu için de büyük bir dış politika başarısı. Anlaşma, Netanyahu’nun, başbakanın ülke içinde karşılaştığı siyasi baskıya karşı geçici bir soluk almasını sağladı. Neredeyse tüm siyasi yelpazeden olumlu karşılanan anlaşmaya, yalnızca ülkedeki yerleşimci topluluğu karşı. 

Yerleşimciler, anlaşmanın bir parçası olarak işgal altındaki Batı Şeria'nın bazı kısımlarını ilhak etme konusundaki tartışmalı planların rafa kaldırması kararına karşı çıkıyorlar. Netanyahu ise ilhakın yalnızca “geçici olarak askıya alındığını” belirtiyor.

İsrail-Arap ilişkilerinde yeni bir dönem mi?

Filistinli yetkililer, anlaşmayı ihanet olarak nitelendirirken, Filistin halkından gelen tepkiler de çeşitlilik gösteriyor. Doğu Kudüs'te öğretmen olarak çalışan Şirin Sayyed, "Gittikçe kenara itiliyoruz, Filistin meselesi artık küresel gündemde yer almıyor, bizi kimse umursamıyor" diyor. Barış getirecek her şeyin iyi olduğunu düşünen Sayyed, barış gelse bile bunun Filistinlilerin refahı pahasına olacağını söylüyor. 

Bu normalleşmenin bir sürpriz olmadığını söyleyen Sayyed, Ramazan ayında sahibinin Suudiler olduğu MBC kanalında yayınlanan bir televizyon dizisi hakkındaki tartışmayı hatırlatıyor. "Um Haroun" adlı dizi, 1930'lar ve 1950'lerde isimsiz bir körfez eyaletinde yaşayan bir Yahudi ebenin hikayesini anlatıyor. Eleştirmenler, bu televizyon dizisini İsrail ile normalleşmeyi teşvik etmekle suçlarken kimileri de bunu İsrail-Arap ilişkilerine dair algıyı değiştirmenin bir yolu olarak görüyordu.

Bazı Körfez ülkeleri için İsrail artık sorunun bir parçası değil, ortak İran tehdidine karşı bir müttefik olarak görülüyor. Ramallah'ta yaşayan Filistinli analist Sam Bahour, "Burada söz konusu olan, İsrail ile ilişkilerin ancak işgali sona erdirip Filistin topraklarını özgürleştirdikten sonra normalleşeceği yönündeki anlayış" diyor.

"Güç yoluyla barış"

İsrail merkezli gazete Haaretz'te yazan analist Anshel Pfeffer, anlaşmanın, Netanyahu'nun Arap devletleri ile olan bağlarını herhangi bir taviz vermek zorunda kalmadan geliştirebileceğini kanıtladığını söylüyor 

"Şimon Peres'den Ehud Olmert'e İsrail'in eski başbakanları ve uluslararası toplum, İsrail'in Filistin devletini kabul etmemesi halinde, küresel yalnızlaştırma,  diplomatik anlaşmazlıklar ve boykotlarla karşı karşıya olacağına dair uyarılmışlardı" diyen Pfeffer, "Netahyahu bu blöfü gördü" değerlendirmesini yapıyor.

"İsrail’in Arap dünyasıyla ilişkilerinde böylesine bir atılım yaptığında ağır bir bedel ödemesi gerektiğini düşünen Batılı diplomatlar ise çılgına döndü."

Netanyahu Pazar günü yaptığı açıklamada, bu barış anlaşmasının "barış için barış" ve "güç yoluyla barış" gibi ilkelere dayandığını söylemişti. Pfeffer bu konuda şu değerlendirmeyi yapıyor: ”Bu doktrine göre, İsrail'in herhangi bir bölgeden çekilmesi gerekmiyor. Ortadoğu'da güçlüler hayatta kalır ve barış güçle getirilir.”

Tania Kraemer / Kudüs

© Deutsche Welle Türkçe