1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

İnsan hakları mücadelesi ağır aksak ilerliyor

Klaus Dahmann10 Aralık 2004

10 Aralık 1948 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Uluslararası İnsan Hakları Beyannamesi'ni kabul etti. O tarihten bu yana her yıl 10 Aralık'ta insan haklarını korumanının önemine dikkat çekiliyor. İnsan haklarının korunması konusunda son yıllarda ilerlemeler kaydedildi ancak bunun yeterli olmadığı görülüyor. DW editörlerinden Klaus Dahmann'ın konuyla ilgili yorumu:

https://p.dw.com/p/AZzg

İnsanın yaşama, düşünce, serbest dolaşım, eşit muamele gibi özgürlükleri ile dışlanmadan, işkenceden korunması gibi temel hakları şimdiye dek bir çok sözleşmede ön sıralarda yer aldı. İnsan hakları sözleşmelerinin temeli eskilere dayanıyor. Araştırmacılar ilk olarak 1776 yılında Amerika’da kaleme alınan ”Virginia Bill of Rights’ın günümüz insan hakları anlaşmalarına baz oluşturduğunu kaydediyor. Onu Uluslarası İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa Birliği’nin İnsan Hakları Anlaşması izledi.

Anlaşmalar imzalansa da, insan haklarının gözetiminin bu anlaşmalara imza atan devletlerin denetimine bırakılamayacağı anlaşıldı artık. Hatta kimi devletlerin insan haklarını bizzat kendisinin ihlal ettiği ise bugün bilinen bir gerçek. Cenevre’deki Uluslararası İnsan Hakları Komisyonu’nun sıkıntısıysa, insan hakları ihlallerine karşı uygulanacak yaptırımlar konusunda karar veren organlarda devletlerin resmi temsilcilerinin oturuyor olması. Onlar kendi aleyhlerinde karar alınmasını engelliyorlar, bu da yaptırım uygulanması imkansız hale geliyor.

İnsan haklarıyla ilgili atılan önemli adımlardan biri diğeri de Avrupa Konseyi’nin Strazburg’da Avrupa Adalet Divanı’nı kurması oldu. Politik etkilenmelerden uzak olduğu söylenen Divan’ın karar verme yetkisi var, ancak aldığı kararların uygulanması konusunda adam akıllı yaptırım yetkisi yok. Adalet Divanı kararlarına itiraz eden ülkelerin başındaysa; Türkiye, Rusya ve İtalya geliyor. son yıllarda Avrupa Birliği İnsan Hakları Anlaşması’nın Afrika kıtasında da sağladığı kimi başarılar da var, ancak bu ilerlemeler Avrupa Birliği’nin gücünden çok Afrika’daki hükümetlerin konuya gösterdiği bireysel hassasiyetle ilgili.

İnsan Hakları kağıt üzerinde her türlü tehlikeye karşı koruma altına alınmış olsa da kimi ülkeler rejim karşıtlarını izleyerek, gözetim altında tutarak ya da çeşitli baskılarla insanları susturup, insan haklarını ihlal edebiliyorlar. Buna en iyi örnek Birmanya. Ardından Sudan’ı da sayabiliriz. Mesela Sudan’da hükümet insanları öldüren, topraklarından eden Arap milislere göz yumuyor. Diğer bir örnekse Amerika Birleşik Devletleri. Kendisini dünyada bir numaralı insan hakları savunucusu gibi gösteren Amerika Guantanamo adasında kurduğu üsteki tutuklulara uyguladığı muameleyle insan haklarını ihlal eden ülkeler listesine kendini de eklemiş oldu.

İnsan hakları konusunda susan, ses çıkarmayan taraflardan biri de Almanya Başbakanı Gerhard Schröder. Schröder’in Yeşiller’le kurduğu koalisyon insan haklarını savunan bir hükümet olarak sergilense de, söz konusu ülkeler Rusya ya da Çin olunca Schröder susmayı tercih ediyor, herhalde ticari ilişkilerin zedelenmesinden korkuyor.

Evet insan hakları farklı sözleşmelerle garanti altına alındı, ama görünen o ki bu sadece kağıt üstünde, bir çok devlet, güç ya da çıkar kaygısıyla insan hakları savunuculuğundan vazgeçebiliyor. Durum böyle olunca da insan hakları gibi idealist konular için mücadele etmek Uluslararası Af Örgütü ya da İnsan Hakları İhlallerini İzleme Örgütü denilen Human Rights Watch gibi örgütlere kalıyor.