1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Kültürler arasında "askeri mantık"

Thomas Bärthlein / DW14 Ağustos 2006

İngiltere’de son anda önlendiği açıklanan yolcu uçaklarına saldırı planları, 11 Eylül’ü anımsattı. Gözler yine radikal dinci örgütlere çevrilirken, Batı ülkeleri ile İslam dünyası arasındaki derinleşen uçurum bir kez daha gündeme geldi. DW’den Thomas Bärthlein’ın yorumu:

https://p.dw.com/p/AZof

“11 Eylül’deki terör saldırılarının üzerinden beş yıl geçti. Ancak geçen süre içinde Batı ve İslam dünyası arasındaki uçurum daha da derinleşti. Hatta çoğu kimsenin zaman zaman dile getirdiği ’kültürlerarası savaşın’ artık gerçek olduğu izlenimine daha sık kapılıyor insan.

Buna hemen iki örnek verelim: Almanya’da gerek siyasetçilerin gerkse halkın büyük bir bölümü ABD’nin Irak işgaline karşı. Ama aynı zamanda çeşitli zamanlarda yapılan kamuoyu araştırmaları da gösteriyor ki, Almanlar’ın çoğu, İslam dini hakkında olumsuz bir yargıya sahip ve sözü edilen ’kültürlerarası savaşın’ gerçek olduğuna inanıyor.

Öte yandan Pakistan gibi halkın çoğunluğunun Müslüman olduğu bir ülkede radikal dinciler -her ne kadar sesleri zaman zaman hayli gür çıksa da- hiçbir zaman seçmen nezdinde büyük itibar görmemektedir. Yine bu ülkede yapılan anketler, halkın büyük bir bölümünün terörizme destek vermediğini ortaya koyuyor. Ancak ezici bir çoğunluğun kafasındaki ’Batı’ imajı son derece olumsuz.

Peki, iç ve dış dünyaya ilişkin bu farklı algılama biçimleri nasıl açıklanabilir? Burada öncelikle bir özeleştiri yapıp, gerek ulusal gerekse uluslararası medya organlarının son beş yıl içinde oynadıkları rolün pek de parlak olmadığını teslim etmek zorundayız. Uç noktadaki insanları ön plana taşıyan medya, özellikle de ’karşı taraftan’ yükselen ılımlı seslere pek itibar etmedi. Kim ne derse desin, medya için Bin Ladin’in nefret mesajlarının yer aldığı video kasetler, nesnel analizlere göre daha fazla reyting getiriyor. Aynı durum, ’İslam dünyasına karşı Haçlı Seferleri’ düzenlendiğine ilişkin komplo teorileri için de geçerli.

Hal böyle olunca, bazı kesimlerin çok önem verdiği ’küreselleşme’ ya da ’kültürlerarası diyalog’ gibi kavramlara yeterince yer verilmedi. Zıt görüşler beş yıl öncesesine göre daha da arttı. Bir kesim dünyaya El Cezire televizyonunun perspektifinden bakarken, bir kesimse CNN’in bakış açısıyla olayları değerlendiyor. Bunun sonucunda ise yabancılaşma ve korkunun arttığı görülüyor. Bu korku başka tehlikeleri de beraberinde getiriyor, zira böyle ortamlar çatışmadan yana olanların ekmeğine yağ sürüyor.

Peki, toplumdaki ılımlı ve özeleştiri yapan sesler nerede? Nasıl olur da İngiltere’deki Müslüman milletvekilleri, sivillere yönelik intihar saldırılarının İslam’ın öğretileriyle bağdaşmadığını açıkça dile getirmek yerine Blair hükümetinden dış politika çizgisinde değişiklik yapmasını isteyebilirler? Nasıl olur da insan haklarının ve onurunun ayaklar altına alındığı Guantanamo’yu kanıksar hale gelebiliriz? Nasıl olur da günümüzdeki savaş ya da iç savaş ortamlarında, Kızılhaç ya da Kızılay’a ait olduğu açıkça görülen ambulanslara ateş açanlara karşı basit bir omuz silkelemeyle karşılık vermekle yetinebiliriz?

Acaba askeri mantığın, üzerimizde sandığımızdan da fazla bir etkisi mi var? Bu düşünce tarzını çok bu benimsedik? Bu mantığa göre karşımızdakiler, öncelikle ’düşmandır’ ve onların kayıpları da ’istenmeyen yan etkilerden’ öte bir anlam ifade etmez.

Medeniyeti müdafaa etmek, hepimizin ortak görevidir. Olup bitenlere göz yumamayız. Zira ’muassır medeniyet’ kavramı, dünyadaki büyük semavi dinlerin, devletler hukukunun, insan haklarının ve Cenevre Konvansiyonu’nun ortak değerlerindendir. Burada ’kültürlerarası bir savaştan’ ziyade ’kültür için bir mücadele’ söz konusu olmalıdır.“