1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Lübnan'daki İsrail'in savaşı

Bettina Marx / Tel Aviv3 Ağustos 2006

İsrail, Lübnan’daki Hizbullah mevzilerini hedef alan saldırılarını arttırdı. İsrail yönetimi, Hizbullah silahsızlandırılana kadar harekatı sürdürmekte kararlı. İsrail hükümeti, Hizbullah’ı dize getirme hedefine bu yoldan ulaşabilir mi? Alman Radyolar Birliği Tel Aviv temsilcisi Bettina Marx’ın yorumu:

https://p.dw.com/p/AZoo

“İsrail, Lübnan’da sürdürdüğü savaşta, ‘kuvvetin yetmediği yerde daha fazla kuvvet kullanma’ düsturuyla hareket ediyor. İsrail, aynı formülü Filistinliler’e de uyguluyor. Bu politikanın nasıl netice verdiği malum. Özerk yönetim bölgelerinin altyapısı tamamen çöktü. Filistinliler, fakir, sadakaya muhtaç ve durumlarının düzeleceğinden hiç ümidi olmayan öfkeli bir topluma döndü. Kudüs’teki siyasi ve askeri yönetimin beklentilerinin aksine bu politika Filistinliler’i dize getirmeye yetmedi. Filistin halkına dikte ettirilmiş bir barışı kabul ettirmek mümkün değildir.

Şimdi de Lübnan. Uzun bir iç savaşın ardından kısa zamanda toparlanan ve Suriye işgalinden cesaretle kurtulan İsrail’in bu kuzey komşusu kısa zamanda 20 yıl önceki durumuna döndü. İsrail de 18 yıl süreyle Lübnan’ı kısmen işgal altında tutmuştu. Sivil yönetimi ve vicdanı hiç sızlamamış Genelkurmay Başkanı, İsrail’i apar topar, hazırlıksız ama kıyıcı bir savaşın içine attılar.

Bu savaş sadece Lübnan’ı yıkmıyor, ayrıca Arap - İsrail ilişkileriyle Ortadoğu’daki barış umutlarını da ortadan kaldırmış oluyor. Yurtdışında barış güvercini adını alan son seçim kampanyasının pragmatik başbakan adayı Ehud Olmert ve yüzü kızarmadan hala kendini barışsever olarak tanıtan Amir Peretz sadece birkaç gün içinde sadece Lübnan’ın yeniden imarını tahrip etmekle kalmayıp, aynı zamanda İsrail turizmini baltaladılar ve sakin bir yaza hazırlanan İsrailliler’i de korku ve endişeye gark ettiler.

İsrail, ‘Hizbullah altı yıldır silahlanıyordu’, diyor. Bu doğru. Hizbullah altı yıl boyunca İsrail istihbaratının gözleri önünde silah yığdı, sınır boyunca tüneller kazdı, gözü dönmmüş militanlar yetiştirdi. Ama İsrail de bu süre içinde Hizbullah ile mücadeleye hazırlanabilir, sivil savunma önlemlerini arttırabilir ve ihtiyatları savaşa hazır hale getirebilirdi. Ama kuzeydeki halk gafil avlandı, çiftçi ve otelci bütün mal varlığını kaybetti.

Başbakan Olmert, ‘ev sahibi delirdiğinde neler olabileceğini komşularımız görsün’ demekle kendilerini Ortadoğu’nun ev sahibi saydıklarını ve bölgenin kaderini sedece İsrail’in tayin edebileceğini kastetmiş oluyor. Ancak bu düşünce, İsrail devletinin, düşmanca hislerin kabardığı Arap aleminin ortasında ayakta kalmasını zorlaştırmaktan başka bir şeye yaramaz.

Almanya, İsrail’e olan bağlılığı nedeniyle AB’nin kınama kararı almasını şimdiye kadar önledi. Bölgedeki tahrip ve yeniden imar zincirinin faturası Avrupalı vergi mükellefine çıkıyor. Ama İsrail’in bu zihniyetle AB üyesi olması beklenemez. Eski Başbakan Şaron’un bir danışmanının söylediği gibi, İsrail’in komşularının Finlandiyalaşmaları da. İsrail Arap komşularıyla birlikte yaşamak zorunda. Bunu savaşarak başaramaz.”