1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Müziğin yolculuğu

9 Kasım 2007

Bilim, felsefe ve diğer sanatlar gibi müzik de doğudan batıya geldi. Rönesansla beraber batıya mal oldu. Yönetmen İbrahim Yazıcı ile söyleşi…

https://p.dw.com/p/C9nE
Fotoğraf: Fotolia/Anastasija Dracova

Türk müziği denilince Almanların aklına Tarkan, belki Sezen Aksu ve çoğu kez folklor müziği gelir. Berlin Radyo Orkestra ve Koroları adlı tüm dünyada konserler düzenleyen kuruluş 2007/2008 sezonu için Türk müziğine özel bir yer vererek “Kültürlerin sesi” adlı konserler dizisi düzenliyor. Bu başlık altında düzenlenecek dört konserlerden biri Ekim ayı sonunda gerçekleştirildi. diğer üçü ise gelecek yıl yapılacak. Ocak ayındaki konserde Berlin Radyo Senfoni Orkestrası, Alman Gençlik Senfoni Orkestrası ve Berlin Türk Musikisi Konservatuarı Saz Heyeti, iki anlatıcının seslendireceği masallara eşlik edecekler. Berlin’in ünlü Heilig-Kreuz Kilisesi’nde yapılacak Şubat konserinde iki kültürün dini ilahilerine yer verilecek. Nisan ayındaki son konser ise Halk türküleri ve dans gösterilerine ayrılmış. İlk konserde Ulvi Cemal Erkin'in Köçekçesi ve Fazıl Say’ın “Anadolu’nun Sessizliği” adlı 3. piyano konçertosunu yöneten İbrahim Yazıcı’ya bu tür etkinliğin özelliğini sorduk:

Yazıcı: İlk defa bir senfoni orkestrası içerisinde Türk enstümanları da kullanıldı. Aslında bunun bir benzeri daha evvel Türkiye’de denendi. Yalnız bunlarda sürekli tek bir enstrüman ya da iki enstrüman kullanılırken, bu programın içerisinde ikinci yarıda yer alan eserlerde bir Türk enstrüman grubu, yani bizim normalde saz heyeti olarak adlandırdığımız grup, olduğu gibi senfoni orkestrası içerisinde bir grup olarak yerini alıyor. Bu çok yeni bir şey ve akordu tamperi olan enstrümanlarla ve makamsal enstrümanlarla beraber bir orkestra oluşturmuş oluyorlar. Bu ik defa denenen bir şey.

Konserin ikinci yarısında ilk önce Nuri Kandemrli’nin oluşturduğu saz heyeti sürpriz bir şekilde sahneye davet edilen Prof. Dr. Alaaddin Yavaşça’ya eşlik etti. Bu parçalarının ardından Nuri Kandemirli’nin senfonik orkestra ve saz heyeti için bestelemiş olduğu süiti seslendirildi. İlk kez çalınan bu eseri senfoni orkestrası ve Türk sazları birlikte çaldılar.

Ayşe Tekin: Alman müzisyenler Türk bu eserlere uyum sağlamak zor oldu mu?

Yazıcı: Hemen uyum sağladılar. Çünkü kendileri zaten çok ilgililer. Alman müzisyenleri, bizim kendi müziğimize ilgi duymadığımız kadar ilgi duyuyorlar Türk müziğine. Çünkü Türkiye müziğin batıya gelirken geçtiği yol üzerinde bulunuyor. Müzik, ama aynı zamanda diğer sanatlar, bilim ve felsefe doğudan yavaş yavaş batıya doğru geliyor. Çin, Hindistan, İran, Anadolu, oradan unutulmaz Grek Uygarlığı - bu arada Mısır Uygarlığını da unutmamak lazım - ve en son da Roma’ya geldikten sonra uygarlık buradan büyüyor ve rönesansla beraber aslında batıya mal oluyor. Ama bütün kökler aslında doğudan. Onlar kendi müziklerinin köklerini bu şekilde algıladıkları için Türkiye’de neler bıraktıklarını ya da oradan nasıl beslendiklerini araştırıyorlar. Hatta Nuri Kandemirli’yle görüştüğüm kadarıyla orkestradan bazı müzisyenler Türk müziği hakkında dersler almak isteyenler olduğunu söyledi.

Ayşe Tekin: Müziklerin buluşması, müzisyenlerin buluşması kültürlerin buluşmasına da katkıda bulunacak mı sizce? Çünkü biliyorsunuz burada geniş bir göçmen kitlesi var, ama onlar aslında Almanların içerisinde sanki ayrı bir toplulukmuş gibi yaşıyorlar. Kültülerin buluşması o anlamda pek gerçekleşmedi. Bu tür faaliyetlerin, buna katkısı olacağını düşünüyor musunuz?

Yazıcı: : Tabii ki böyle şeyler katkıda bulunacaktır. Aslında bir toplum içerisinde yabancı olarak kalmak çok acı bir şey. Burada öyle bir şey olmuş ki, Almanya içerisinde adeta bir Türkiye oluşmuş. Kültür buluşmasının doğru bir şekilde olabilmesi için her şeyden önce, bizim burada yaşayan Türk vatandaşlarımızın da gerçek Türk kültürüne sahip çıkmaları gerekiyor. Gerçek Türk kültüründen ne kastediyoruz? Türkiye’nin olağanüstü bir müziği varken tutup Arabesk dinliyoruz, ki o bence Arapların müziği de değil, tuhaf fantezi türünde yazılmış bir şey. Biz kendi kültürümüzü gerçekten çok iyi bilirsek, onlarla kaynaşabiliriz. Çok acı bir şey ki mesela, Almanya’da oturan pek çok yabancı, Türkler de dahil buna, kendi dillerini iyi konuşamıyorlar. Kendi anadilini iyi bilmeyen bir insan, bir başka dili ne kadar öğrenebilir? Oysa büyük bir şansa sahipler, evlerinde bir dil konuşuluyor, okullarında başka bir dil konuşuluyor. Biz, hepimiz Türkiye’de yetişenler, 11 yaşına kadar yani ortaokula gidene kadar hiç bir şekilde yabancı dil görmedik ama en azından Türk dilini en iyi şekilde öğrenmeye gayret ettiğimiz için, öğrendiğimiz diğer yabancı dillerde de aksanımız olsa dahi, kullandığımız kelime dağarcığıyla, karşılığını bulması ile insanlarla daha iyi bir iletişim sağlayabiliyoruz. Bu açıdan buradaki Türklere çok büyük bir iş düşüyor. Çünkü biz her ne kadar Türkiye’den gelip tanıtmaya çalışsak dahi, Almanlar’ın gözünde buradaki Tükler Türkiye’nin bir yüzü. Gerçekten bizim en büyük kültür misyonerlerimiz burada yaşayan Türkler. O yüzden ilk önce Türk varlıklarına, ama en iyi şekilde dillerine sahip çıkmalılar. Gerçekten Yaşar Kemal’i okusunlar ve O’nu tanıtsınlar mesela burada insanlara; müzik dinleyeceklerse, Itri’yi, Dede Efendi’yi tanıtsınlar, ben kimsenin sanatını kötülemek istemiyorum ama bugün televizyonşarda, radyolarda çalınan şeyler gerçekten çok kötü, onları değil de bizim öz kültürümüzü yansıtan değerlere sahip çıkmalıyız. Almanların Beethoven’ı varsa bizim de Itri’miz var. Onlar Beethoven’ı ortaya koyduğu zaman, bizdeki karşılığından söz edebilmeliyiz. O zaman gerçekten, büyük bir kültür buluşması olacağına inanıyorum.

Ayşe Tekin: Bu güzel bir karşılaştırma ama bu düzeyde bir alışveriş için önce bu bilginin onlara sunulması gerekiyor. Belki de Türklere Türk müziğini tanıtmak gerekiyor.

Yazıcı: Muhakkak. Türk müziğini tanıtacaklarsa gerçekten devletin gerek radyoda, gerek kültür bakanlığı bünyesinden gerçekten çok donanımlı, çok kaliteli sanatçıları var, gerçek klasik müziği icra eden. Zaten Avrupalıların da bu klasik müziği duydukları anda doğuya olan hayranlıkları artıyor. Çünkü muazzam bir derya var orada, bütün klasik müzikçileri besleyen. Birçok besteci arkadaşım, Fazıl Say ya da Turgay Erdener olsun bilinçli olarak ya Türk Halk Müziği’nden ya da klasik Osmanlı Saray Müziği’nden besleniyorlar. İşte bunları bizim buradaki vatandaşlarımıza ulaştırabilirsek onlar da bunu etraflarına yayarlar. Burada gerçekten Türkiye Hükümetine de büyük iş düşüyor. Buraya kültür adına ne getirildiğine bakmak gerek? Buradaki vatandaşlarımız hep Türkiye’ye para yollayan insanlar olarak görüldü. Onlar burada gerçekten insanüstü bir şekilde emek sarf ederek çalışıyorlar. Ama yolladıkları paranın karşılığını da gerçekten buraya biz hizmet olarak sunması lazım Türkiye’nin.

Ayşe Tekin: Gelecek sene Türkiye Frankfurt Kitap Fuarı’nda konuk ülke olacak. Belki de kitapları tanıtırken, böyle bir müzik projesiyle, sanatçıların gönüllü olacağı bir proje ile Türkiye’deki müziğin çeşitliliğini tanıtmak mümkün olur.

Yazıcı: Kesinlikle. Mesela ben batı müziği konservatuarı bitirdik ve her gittiğim ülkede, eğer bir Türk eseri yönetmiyorsam, konser programımda yoksa, ‘sizin müziğiniz nedir?’ diye soruyorlar. Türk müziğini seslendirdiğimiz, gerek otantik haliyle gerek bugün sunduğumuz gibi orkestralı değişik versiyonlar halinde sunduğumuz zaman gerçekten insanlar çok etkileniyorlar. Frankfurt Kitap Fuarı dünyanın en büyük fuarlarından birisi, belki orada tüm insanlara seslenmek adına gerçekten büyük bir fırsat olabilir bizim için. Çünkü müzik sadece müziği barındırmıyor içinde, özellikle de klasik Türk müziği. Bunlar muazzam şiirler üzerine yazılmış şeyler, yani Türkiye’nin edebiyattaki zenginliği de ortaya çıkıyor. Bu çok önemli. Çünkü bir ülke ancak kültürüyle var olabiliyor, kültürüyle ayakta kalabiliyor.

Ayşe Tekin: Siz peki Türkiye ile Almanya arasındaki müzik alışverişinden memnun musunuz? Daha önce de geldiniz Berlin’e. Nasıl işliyor, tatmin edici mi, daha başka neler yapılabilir?

Yazıcı: Açıkçası devletlerin kültür politikası bize yeterince katkı sağlamıyor. Biz bu noktaya ancak bireysel uğraşılarla gelebiliyoruz. Berlin’de bir kaç kez Türk Orkestrası ve Türk korosuyla konser verdik ve övgü aldık. Ama bunun için çok büyük bir uğraş verdik. Onlar Türkiye’yi maalesef hiç bir zenginliği olmayan bir memleket olarak tanıyorlar. Çok değerli bir hocamızın lafıyla ‘Sibirya’da buz satmış gibi olduk’. Çünkü onlara Beethoven ve Mahler seslendirdik mesela. Çok daha güzel projeler gerçekleştirilir ve gerçekten herkese ulaşma yoluna gidebiliriz. Mesela, biz şimdi Berlin’e geldik, Berlin Flarmoni gibi bütün dünya sanatçılarının ulaşmaya çalıştığı bir salonda çalacağız. Ama ben isterdim ki ilk okulda okuyan Türk çocuklarına gidelim, aynı zamanda Alman çocuklarına da gidelim, burada küçük bir workshop yapalım, yani burada bulunduğumuz bu 3-4 gün zarfında çok daha faydalı başka etkinliklerde de bulunabilirdik. En azından bunu belki programlama şansınsa sahip olabiliriz gelecekte.

Ayşe Tekin: Siz gönüllü olur musunuz mesela böyle bir şey için?

Yazıcı: Seve seve. Ben çünkü gençlerle çalışmayı, gençlere kültürü aşılamayı çok seviyorum. İnsan olmak demek sadece konuşmak, düşünmek değil. Kültür, aslında insanı insan yapan şey. Biz bunun çok uzağındayız. İnsanlar binlerce yıldır sadece birbirlerini katlediyorlar, hayvanlar âleminde düşünen tek yaratık olduğumuzu söylüyoruz ama birbirini bu kadar katleden başka hiç bir canlı yok. O yüzden, en azından sanatçı sıfatına sahip olan kişiler olarak topluma öncü olmamız lazım.