1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Ruşen Çakır: Tam temizlik kolay olmayacak

15 Temmuz 2017

Yıllardır cemaatin faaliyetlerini izleyen gazeteci Ruşen Çakır, AKP ile Gülen cemaati ilişkisinin geçmişini ve 15 Temmuz'dan sonra geldiği noktayı DW Türkçe'ye değerlendirdi. Çakır'a göre temizlik kolay olmayacak.

https://p.dw.com/p/2gakr
Rusen Cakir Journalist
Fotoğraf: Privat

AKP ve Gülen cemaati arasındaki ilişkinin nasıl geliştiği ve nasıl bitme noktasına geldiğini DW Türkçe'ye değerlendiren gazeteci Ruşen Çakır, MİT krizi ile patlak veren, dershane krizi ile devam eden ve 17-25 Aralık operasyonları ile de doruk noktasına ulaşan süreci anlattı. Ruşen Çakır da 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında Gülen cemaatinin olduğu kanısında. Ancak Çakır'a göre hükümetin 15 Temmuz sonrası yaptıkları Fethullah Gülen'i memnun ediyor. Ruşen Çakır, DW Türkçe'nin sorularını yanıtladı.

DW Türkçe: 15 Temmuz gecesinin üzerinden bir yıl geçti ve hala darbe girişiminin nasıl geliştiğine ilişkin çok sayıda bilinmeyen, tartışılan nokta var. En büyük soru işareti ise hükümete geç ulaşan istihbarat. Siz 15 Temmuz gecesini nasıl okuyorsunuz? Size yansıyan tablo nedir?

Çakır: (15 Temmuz'un) Ardından başlayan tartışmalardan bağımsız olarak kısa bir değerlendirme yapıp bunun Gülen cemaaetinin işi olduğunu düşündüğümü söylemiştim. O değerlendirmemde ısrarlıyım. Ama onun dışındaki tartışmalar açık kaynaklardan bularak değerlendirebileceğimiz hususlar değil. Ama şurası muhakkak ki, Erdoğan iktidarı 15 Temmuz darbe girişimini iktidarını konsolide etmek için araçsallaştırdı, kullandı ve kullanırken de darbe ile gerçek anlamda bir hesaplaşma, yüzleşme yoluna gitmedi. Dolayısıyla şu ana kadarki gelişmelerden, yargılama süreçlerinden, soruşturma süreçlerinden sağlıklı bir şekilde darbenin detaylarını öğrenme imkanımız yok, olacağını da açıkçası sanmıyorum. Şöyle bir husus var: Bu darbenin kendisi var, darbenin öncesi var, bir de darbenin sonrası var. Bunların hiçbirisi diğerinin üstünü örtmemeli. Darbe sonrası genellikle iktidarın yanlış uygulamaları, hukuk devleti dışındaki uygulamaları nedeniyle darbenin üzerine de gölge düşürülmek isteniyor. Daha doğrusu darbedeki cemaat varlığının üzerine gölge düşürülmek isteniyor. Ben bunun doğru olduğunu düşünmüyorum. Darbe sonrası yapılan yanlışlar, temel ve hak özgürlüklerinden, hukuk devleti ilkelerinden uzaklaşmalar ve darbenin bütün detayları ile ikna edici şekilde gözler önüne serilmemesi, darbedeki Gülen cemaati parmağını, daha doğrusu komplosunu geçersiz kılmaz, diye sanıyorum.

Türkei Festnahmen von mehr als tausend Gülen Anhängern NEU
Fotoğraf: picture-alliance/AP Photo/O. Duzgun

DW Türkçe: Yargı sürecinden umutlu olmadığınızı anlıyorum. Peki devlet kadrolarının, kurumlarının Gülencilerden tamamen temizleneceğine inanıyor musunuz?

Çakır: Büyük ölçüde bir temizlik olduğu gerçek, ama tam anlamıyla temizlenmesinin ise kolay olacağını sanmıyorum. Çünkü 1970'li yılların ortalarından bu yana hayata geçirilen bir strateji söz konusu. Çok gizli bir şekilde yürütülen bir strateji söz konusu. Belli ki darbe ile beraber çok ciddi bir darbe aldılar. Sonrasında da darbe aldılar. Ancak bu arada birtakım haksız yere görevinden alınan, hatta tutuklanan insanların varlığı genel olarak yapılan bütün bu devlet içerisindeki bu ayıklamaya yönelik, tasfiyeye yönelik de soru işaretlerini beraberinde getiriyor. Hükümetin, siyasi iktidarın bu konudaki aceleciliği ve hoyratlığı ve hatta birtakım başka muhalifleri, hoşlanmadığı kişileri de bu sepetin içine dolduruyor olmasının Fethullah Gülen'i memnun ettiği kanısındayım. Büyük ölçüde bir temizlik olduğunu görüyoruz, ama hala birtakım etkili yerlerde bu yapının unsurlarının olması beni hiçbir şekilde şaşırtmaz.

DW: On binlerce kişi tutuklandı, binlerce soruşturma açıldı. On binlerce kişi de görevlerinden alındı. Rakamlar büyük. Ama işin siyasi ayağına dokunulmadı. Siyasete neden dokunulmadı?

Çakır: Bir kere şunu söylemek lazım. Son iki seçimde, genel seçimlerde cemaatle çok ciddi bir savaş hali vardı, özellikle 17-25 Aralık nedeniyle. Dolayısıyla Erdoğan AKP milletvekillerine cemaat sızmalarını büyük ölçüde engellemiş olsa gerek. Varsa da o zaten saptayamadığı isimlerdir, çok gizli isimlerdir. Olayın birinci boyutu böyle. İkincisi de burada bir seçmecilik yapılıyor, mesela bu damatlar olayı başlı başına çok çarpıcı bir olay. Orada birtakım kişiler, Kadir Topbaş ve Bülent Arınç'ın damatları olduğu için, kayrıldı, serbest bırakıldı, sonra bir tanesi tekrar tutuklandı. Kamuoyu baskısı üzerine. Normalde onların tutuksuz yargılanmaları, aslında çok yanlış olmayabilir ama onlardan çok daha zayıf durumda olan, deliller anlamında, ilişki anlamında, yüzlerce hatta binlerce tutuklu olduğu bir dönemde onların tahliyesi olayda siyasi bir kayırmacılık olduğunu gösteriyor. Hiç kimse bu adli sürecin eşitlikçi, yargının bağımsız ve tarafsız bir şekilde herkese eşit davranarak ilerlediğini söyleyemez. Ben buna hiç inanmıyorum. Dolayısıyla siyasi ayak konusunda yapılabilecek birtakım tasarrufların, birtakım operasyonların Adalet ve Kalkınma Partisi'nin iktidarına zarar vereceği endişesi ile pekala bekletiliyor olabilir. Buna hiç şaşırmam. Ama sanıldığı kadar çok, bir meclis grubunda özellikle bir Fethullahçı olduğunu sanmıyorum. Ama bugün AKP'nin cemaate en büyük düşmanlık yapan, en sert karşı çıkanların büyük bir kısmı cemaatle, Fethullah Gülen'in şahsı ile çok yakın ilişki içinde insanlardı. Dolayısıyla gerçek anlamda bir temizlik yapacak olurlarsa, bayağı bir sayıda insanın tasfiye olması gerekir. Ki bunu AKP iktidarının kaldırabileceğini sanmıyorum.

Fethullah Gulen
Fethullah GülenFotoğraf: Reuters/C. Mostoller

DW Türkçe: Gülen cemaatinin asıl kadrolarına da dokunulmadığını söyleyenler var? Buna Adil Öksüz örnek gösteriliyor. Adil Öksüz'ün nasıl kaçtığı bir muamma. Siz de öyle mi düşünüyorsunuz? Cemaatin asıl kadrolarına dokunulmuyor mu?

Çakır: Şimdi o konuda şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Operasyonun medya ayağına baktığımız zaman; bizim gazetecilerin Fethullahçı olarak bildiğimiz akla ilk gelen isimlerin büyük bir kısmı kaçak: Ekrem Dumanlı, Bülent Keneş… İsimler çok. Gazetelerin vs. yöneticiliğini yapmış isimlerden bir tek Samanyolu'nun başındaki kişi ilk alındığından beri içerde. Ama onun dışında hemen hemen hepsi kaçtı, bunun yerine Ali Bulaç gibi, Şahin Alpay gibi Ahmet Altan, Mehmet Altan ve Nazlı Ilıcak gibi cemaatle organik ilişkisi olmayan gazeteciler uzun süredir hapiste tutuluyor. Bu da gösteriyor ki bu konuda da bayağı bir laubalilik var, en azından diyelim. Yani cemaatin medya ayağına operasyon yapılması medyanın, cemaatin komplolarının bir parçası olduğu düşünülürse, anlaşılır bir şey belki. Ama bu operasyonları, yani medya üzerinden yapılan komploları Ali Bulaç'ın, Mehmet Altan'ın veya Şahin Alpay'ın ya da Murat Aksoy'un yapmadığını hepimiz biliyoruz. Esas varsa böyle operasyonlar, bundan birinci derecede sorumlu olması gereken insanların hemen hemen hepsi yurtdışında yaşıyor… Gerçekten şu anda burada tutuklanan ya da uzaklaştırılan insanların hepsinin masum olduğunu söylemiyorum ama ilk akla gelen isimlerin büyük bir kısmının yurtdışına kaçmış olması gerçekten bir gariplik olarak önümüzde duruyor.

DW Türkçe: AKP, 2002'de iktidara gelirken cemaat ne durumdaydı ve AKP ile cemaat nasıl bir ilişki içindeydi?

Çakır: Aslında ilişki daha çok 2007'de gelişti. Bu da meşhur 27 Nisan muhtırası, e-muhtırası ile oldu. Daha öncesinde cemaat, AKP ile ortak hareket etme yolunda çok büyük bir lobi yürütüyordu. Ama AKP, Türkiye'de askeri vesayetin sınırlandırılmasının yolunu AB süreci olarak görüyordu ve onunla hareket edebileceğini düşünüyordu. 27 Nisan e-muhtırası, Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanlığı adaylığına yönelik muhtıra, bunun yetmeyeceğini gösterdi. Ve 2007 seçimlerinin ardından biliyorsunuz, Ergenekon sürecini başlattı, AKP iktidarı diyelim. Öte yandan buna karşılık olarak da kapatma davası oldu. O süreçte işte bir ittifak yaşandı. Özellikle yargıyı ve polisi cemaate teslim etti AKP iktidarı. Cemaat de burada askeri vesayetin kaldırılması adı altında bildiğiniz operasyonları yaptı. AKP'nin bilgisi dahilinde. Ve bu arada cemaat bu ittifakla beraber alabildiğine güçlendi, aldı başını gitti, diyebiliriz. O işte "ne istediler de vermedik" bu yıllarda olan bir şeydir… Ama daha sonra cemaat kendi hesabını da devlet imkanları ile görmeye başladı. AKP de cemaatten rahatsız olmaya başladı. MİT krizi bu anlamda çok önemli bir dönüm noktasıdır. Ardından AKP de dershaneleri kapatma hamlesi yapınca arkası çorap söküğü gibi geldi.

DW: AKP ve cemaati 17-25 Aralık'a getiren süreci biraz daha ayrıntılı anlatabilir misiniz?

Çakır: Burada her iki taraf da ayrı ayrı güç kazanıyor. Tabii cemaatin güç kazanması çok daha netti. AKP siyasi bir parti olduğu için, görünürde olduğu için bütün bu süreçlerdeki yıpranmalar AKP'ye yazıyordu, cemaate hiç olumsuz yazmıyordu. Cemaat örgütlenmesini alttan alttan ciddi bir şekilde yapıyordu ve sadece adliye ve poliste değil, Maliye Bakanlığı'nda, şimdi görüyorsunuz bütün bakanlıklarda, bütün bürokrasinin bütün ayaklarında, Milli Eğitim'de, orduda vs, çok ciddi bir şekilde örgütlendi. Ve bir noktadan sonra cemaat kendi gündemini AKP'ye dayatmaya kalktı. Bu anlamda Kürt sorunu çok önemli bir yer tutuyor. Kürt sorunun barışçıl çözümü, yani PKK ve Öcalan'la görüşerek çözümü yolundaki AKP yaklaşımı, cemaati rahatsız etti ve bunu sabote etmeye çalıştı. MİT krizi oradan patlak verdi. Ardından cemaat bu çözüm sürecini sürekli torpillemeye çalıştı. Bu çok büyük bir güvensizlik yarattı. Cemaati dengelemek için de Erdoğan, o dönemde başbakanken, dershaneleri kapatmaya yönelik bir uygulamayı dile getirdi. Ve o işin kopuşunu, net bir şekilde kopmakta olduğunu bize gösterdi. Ve onun cevabı da 17-15 Aralık oldu. Arada Türkan Saylan'ın gözaltına alınmak istenmesi, Ahmet Şık ve Nedim Şener'in tutuklanması gibi hükümetin hiçbir şekilde olmayan, cemaatin kendi kişisel hesaplarının görülmesi gibi olaylar var. Bunlar da özellikle ayrıca rahatsızlık yarattı.

Türkei Prozess gegen Journalisten hat begonnen
Fotoğraf: Getty Images/AFP/O. Kose

DW Türkçe: Cemaat sadece devlet kurumlarında ve medyada değil, ekonomide ve ticarette de geniş bir ağa sahip oldu yıllar içinde. Cemaatçilerin ekonomik gücü ve ilişkileri açısından neler söylenebilir?

Çakır: Çok büyük rakamlar telaffuz ediliyor, bunlara çok iyi hakim değilim ama şunu biliyorum ki cemaatin ilk kuruluşu zaten İzmir'de Fethullah Gülen'e yerel birtakım dindar işadamlarının para desteği ile başlamıştır. Parayı hep önemsemiş bir harekettir. Okullardan yetişen öğrencilerle, onların velileri üzerinden sürekli ekonomik yatırımlara yöneldi. Şirketler kurdu, holdingler kurdu, okulların bağlı olduğu şirketler zaten başlı başına önemli, medyanın bağlı olduğu şeyler önemli. Başka alanlarda da yatırımlar yaptığını görüyoruz. Türkiye'de biliyorsunuz, ekonomi devletle çok iç içe, mesela şunu öğreniyoruz: Türkiye'de kurduğu üniversiteler ve hatta liseler için kamu arazilerini yok pahasına aldıklarını öğreniyoruz. Buralar cemaate peşkeş çekilmiş. Ayrıca zaten kendi işadamı örgütlenmeleri vardı. Bir diğer husus da var alan iş çevreleri ile kurdukları ilişki. Mesela bütün Türkiye'de önde gelen kuruluşlardan medyaları için reklam, faaliyetleri için sponsorluk buluyorlardı.

DW: ABD - cemaat ilişkileri dersek... Cemaatin ABD'den destek aldığı hep dile getirilen bir nokta.  Cemaati ABD'de kimler ve neden destekliyor? 

Çakır: Fethullah Gülen yıllardır ABD'de yaşıyor ve orada münzevi bir hayat yaşamıyor, orada küresel bir network'ün karargahı var. Yani ABD'nin hele 11 Eylül'den sonra İslami iddialı bir yapının karargahını Pensilvanya'da kurmuş olması, oraya her gün yüzlerce insanın girip çıkmasına göz yumuyor olması bile başlı başına bir ABD'nin desteğidir. Sudan sebeplerle ne tür faaliyetlerin engellendiğini, insanlara vize verilmediğini biliyoruz, orada Fethullah Gülen yıllardır küresel bir yapıyı destekliyor. Bu başlı başına ABD'nin desteğidir, ABD'nin göz yummasıdır. ABD birazcık sıksa, FBI birazcık sıksa cemaat bu kadar rahat hareket edemezdi. Belli bu hareketi kendi çıkarları için evvel gördüler, iyi gördüler.

DW Türkçe: Bu durumda ABD'nin Gülen'i iadesi de mümkün görünmüyor, diyebilir miyiz?

Çakır: İade edilmesi çok gerçekçi gelmiyor, ama yine belli olmaz. Hukuki olarak Türkiye'nin bir kere darbenin ardında Fethullah Gülen'in olduğunu kanıtlayabilmesi lazım. Bunu yaparsa ABD yargısı da bir şeyler yapmak zorunda kalır. Ama "bu adam kötüdür, bize verin" denilerek yargıdan alamazsınız. ABD Başkanı bile onu vermek istese ABD yargısının buna yanaşacağını söylemek mümkün değil. Ama hükümet bunu kanıtlayabilir, bununla uğraşması lazım.

DW Türkçe: Gülen cemaatinin geleceği ile ilgili nasıl bir öngörüde bulunursunuz, varlığını bundan sonra nasıl sürdürecek sizce?

Çakır: Bir kere Fethullah Gülen’in kendisi var olduğu sürece, hayatta olduğu ve bilinci yerinde olduğu sürece bu hareketi o yönetecektir. Onun ölümü halinde, ki 30 yıldır ben bu hareketi çalışıyorum, 30 yıldır Fethullah Gülen'in bir ayağının çukurda olduğu söylenir ve maşallah en son bir video gördüm hala sapasağlam. Bir kere Fethullah Gülen olduğu sürece bu çizgi devam eder. Fethullah Gülen'in aradan çıkması durumunda birtakım seçenekler var. Bir başka ekibin, kişinin onun bıraktığı yerden, bozmadan yola devam etmesi. İsteyecekleri bu olur, ama bu ne derece mümkün olur emin değilim. İkinci husus cemaatin bir şekilde yeni halinin devletle barışmaya çalışması olabilir. Devlet dediğim AKP hükümeti ile. O da biraz zor. Bir diğer seçenek de cemaatin atomize olması. Özellikle dünyanın değişik yerlerindeki okulların, oralarda işleten kişilerin denetiminde kalıp kendilerini bir şekilde bağımsızlaştırmaları ile olabilir. Böyle bir atomizasyon da pekâlâ mümkün olabilir. Ama Türkiye'de nelerin nasıl gelişeceği ile çok alakalı bir durum bu. AKP iktidarı ve Tayyip Erdoğan var olduğu müddetçe cemaatin Türkiye'de etkili olabilmesi bana çok mümkün gibi gelmiyor. Ama Erdoğan sonrası bir Türkiye yaşanırsa ve cemaat de orada belli bir gücüyle hâlâ ayakta duruyorsa, o zaman birtakım seçenekler masada olabilir.

© Deutsche  Welle Türkçe

Hülya Schenk

Gazeteciliğe 1985 yılında başlayan, çeşitli televizyon ve gazetelerde mesleğini sürdüren Ruşen Çakır, Nisan 2015’te kişisel girişimi ile Medyascope.tv adlı bir internet televizyonu kurdu. Uzun yıllardır cemaatin faaliyetlerini izleyen Ruşen Çakır’ın bu konuda çok sayıda kitabı da bulunuyor.