1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Türk yazarlar Almanca’ya kazandırılıyor

Elmas Topcu13 Ekim 2008

Türkiye’nin konuk ülke olduğu Frankfurt Kitap Fuarı öncesinde Türkiye’den çok sayıda yazarın kitabı Almanca’ya çevrildi. İzzet Celasin ve Sema Kaygusuz da bu yazarlar arasında.

https://p.dw.com/p/FYVn
Türkiye, bu yıl Frankfurt Kitap Fuarı'nın konuk ülkesi
Türkiye, bu yıl Frankfurt Kitap Fuarı'nın konuk ülkesiFotoğraf: AP

İzzet Naci Celasin, 1988 yılında siyasi mülteci olarak gittiği Norveç’te yaşıyor. Celasin „en iyi siyasi roman ödülü“nü kazandığı romanını „1977 1 Mayıs’ında olanların, o dönemin gençliği üzerinde büyük etkisi vardı. Bu etki daha sonra hikayede anlatılan silahlı mücadelenin kaynaklandığı nokta olarak da görülebilir. Artık o katliam ile birlikte pek çok insanın boğazına kadar gelmişti. Bazı şeylerın farklı şekilde yapılması gerekiyordu. Kilometre taşı değeri taşıyor o olay. Dolayısıyla o olayla başlattım romanı” sözleriyle tanımlıyor.

80’lerin Türkiyesi

İzzet Naci Celasin’in 1 Mayıs 1977 olaylarını anlatarak başlayan kitabı İskandinavca’dan Almanca’ya, “Kara Gök Kara Deniz” adıyla çevrildi. Kitap, silahların ateşlendiği ve kalabalığın Taksim Meydanı’ndan can havliyle kaçışmaya başladığı olayların ortasında kalan 18 yaşındaki Barış’ın, takma adıyla ‘Meşe’nin hikayesini anlatıyor. Meşe, tecrübesizliğin ve şiddet olaylarına hazırlıksız yakalanmanın etkisiyle, polisten kaçarken gizlendiği yerde, solcu hareketten Zuhal ile karşılaşır. Bu da yıllar sürecek bir aşkın başlangıcı olur.

İzzet Celasin, kitaptaki tek aşkın bu olmadığına dikkat çekerek şöyle konuşuyor: “Zuhal’e gelmeden önce, Barış, kitaptaki adıyla Meşe, Ayfer’le ilişki yaşar. Bu, masumiyet türü bir aşk hikayesi. Daha sonra Barış-Nehir ilişkisi var. Bunu tasarlanmış bir aşk hikayesi olarak görüyorum. Diğer taraftan Semra-Barış ilişkisi var. Bir taraftan bakacak olursak bu sadece bir arkadaşlık ilişkisi fakat en iyi aşk ilişkisi ordan çıkabilirdi diye düşünüyor insan. Çünkü çok ortak yanları var. Yalnız benim romanda aşk türü olarak en çok üzerinde durmak istediğim, anne-oğul ilişkisi. Bence o bitmeyen aşk türüdür her zaman.”

Zuhal dağlara çıkıyor

İzzet Celasin’in romanı, Zuhal adlı kahramanın Karadeniz’in dağlarına çıkıp silahlı mücadele vermesi, Barış’ın buna karşı çıkması, Barış yani Meşe’nin İstanbul’da yaşadıkları, çelişkiler, 12 Eylül 1980 darbesi ve akabinde gerçekleşen siyasi olaylar etrafında gelişiyor. Barış, Zuhal’e kavuşur mu? İdealleri uğruna dağlara çıkan, ölümü bile göze alan 1978 kuşağının darbeye direnişi ,“Kara Gök, Kara Deniz” adlı romanda heyecanlı bir dille anlatılıyor.

Kaygusuz’un romanı “Şarap ve Altın”

Frankfurt Kitap Fuarı öncesinde kitabı Almanca’ya çevrilen bir başka yazarsa Sema Kaygusuz. Bireyin yalnızlık ve toplumsal duyarsızlıkla hesaplaşmasını anlatan “Yere Düşen Dualar” adlı romanı Almanca’ya “Şarap ve Altın” olarak çevrildi. Romanın kahramanı Leylan, bir adada yaşayan genç bir kütüphaneci. Türk ve Rum kültürünün izlerinin hissedildiği adada, hikayenin geçtiği zamana ve mekana dair kesin bir bilgi yok. Adada, alkolik babasını her gece meyhanelerden toplayan Leylan’ın babasını öldüreceği söylentisi yayılır. Annesinin evi bir gün aniden terketmesi ve denizci olan amcasının ani ölümünüyle ruhu yaralanan Leylan’ın iç dünyası, kimsenin umurunda değildir.

Toplumun duyarsızlığı anlatılıyor

Yazar Sema Kaygusuz bununla romanında, günümüz toplumunun duyarsızlığına gönderme yaptığını söylüyor. Kaygusuz, “Birbirine bu kadar yakın yaşayan insanların,. birbirinden bu kadar uzak düşmesi, çağımızın bir eleştirisidir. Günümüz insanı suçluluk duygusundan o kadar yorgun düşmüştür ki, hatıradan ve hafızadan da yorgun düşmüştür. O suçluluk duygusuyla hesaplaşmak da bir olgunluk, bir erdemlilik gerektirdiği için bireyler de, onun yerine sadece seyretmeyi seçebilir. Aslında seyretmek bir suç ortaklığıdır. Seyrettiğimizde masumiyetimizi yitiririz. Dolayısıyla adada Leylan’ın çevresinde, Leylan’ın ağrısına sebep olan, buna seyirci kalan herkes, onun aynı zamanda iblisleri, onun aynı zamanda zalimleri” diye konuşuyor.

Nesnelerin ruhu var

Sema Kaygusuz’un kitabında okuyucu en fazla yazarın nesnelere ruh ve duygu vermesinden etkileniyor. Lodos rüzgarının öfkelenip, denizde köpüklü dalgalar yaratması ya da biri dokundu diye Leylan’ın kalçasındaki benin birden bire küsüp kaybolması, buna en iyi örnek. Kitapta ayrıca ikinci bölümde, roman tarzının kaybolup, mitolojik ya da destansı bir hikayenin anlatılması da, Alman okuyucuyu şaşırtan ama bir o kadar da etkileyen ikinci incelik.

Sema Kaygusuz, bu ani dönüşümün nedeninin, insanın doğasında olduğunu söylüyor. Gündüzleri herkesin anlayacağı kuralları olan bir düzlemde, geceleriyse zamanın başka türlü aktığı bir dünyada yaşadığımızı, romanında hikayeyi bu iki ayrı duyguyla kaleme aldığını belirtiyor. Kaygusuz, “Bir hikayeyi iki kere yazmak istedim. Birinde bir roman sanatının düzlemi içerisinde. İkincisindeyse uykunun, şiirin diliyle yapmak istedim” diye konuşuyor.