1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Türkiye ile Almanya arasındaki kültürel ilişkiler

12 Eylül 2012

Ahmet Cemal yazdı: Bir edebiyat çevirmeni olarak kırk yıldan fazla bir süredir iki dilde birden, yani hem Türkçenin hem de Almancanın dünyalarında yaşıyorum.

https://p.dw.com/p/166lU
Fotoğraf: Fotolia/arsdigita

Ahmet Cemal, İstanbul Avusturya Lisesi'ni bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde eğitim gördü. Buna bağlı olarak aynı üniversitenin Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde çeviri dersleri verdi. Eskisehir Anadolu Üniversitesi'nden fahri doktor unvanı bulunan Cemal, Kafka, Goethe, Rilke, Zweig ve Nietzsche gibi dünyaca ünlü yazar ve düşünürlerin eserlerini Türkçe'ye çevirmesiyle uluslararası düzeyde bir ün kazandı. Yazar olarak katıldığı “Buluşma Noktası” için, kültürel ilişkilerde edebiyatın ve çevirinin rolünü irdelediği bir makale kaleme aldı.

Ne tarihçiyim ne de bir diplomatım. Dolayısıyla burada, yani Türkiye ile Almanya arasındaki kültürel ilişkilerin, çok kısa da olsa, ele alındığı bir yazıda, bu sıfatlardan biriyle geçmişin hesabını çıkartmak ve geleceğe ait önerilerde bulunmak bana düşmez. Buna karşılık özellikle bir edebiyat çevirmeni olarak kırk yıldan fazla bir süredir iki dilde birden, yani hem Türkçenin hem de Almancanın dünyalarında yaşıyorum. Dil olgusunun kültürün birkaç kurucu olgusundan biri olduğu düşünülürse, iki toplum arasındaki kültürel ilişkilerin önemli bir ayağı bağlamında yeterince deneyim sahibi olduğum söylenebilir.

İki toplum arasında birbirlerinin edebiyat eserlerini çevirmeleriyle gerçekleşen trafiğin bir kültür ilişkisine dönüşmesi, başka deyişle söz konusu toplumların birbirlerini böyle bir ilişki aracılığıyla tanımaya koyulmaları, kanımca ‘kültürel ilişki’ kavramının en somutlaşmış biçimidir. Çünkü böyle bir ilişki, sadece her iki toplumun bireylerinin birbirlerinin dilinden bir şeyler okumalarıyla sınırlı değildir. Roman, şiir, öykü ya da deneme olsun, her edebiyat eseri bir kurmacadır. Ve her kurmaca, yazarın hayata ilişkin bir önerisidir.

Kültürel ilişki diye adlandırdığımız ilişki, bir başka kültür ortamında yaratılmış bir eseri onun çevirisi aracılığıyla tanıdığımız anda değil, fakat eserin yazarının – en geniş anlamda olmak üzere - hayata ilişkin önerisini kendi zihinsel süreçlerimizden geçirip kendimize bir estetik yaşantı ve yeni bir bilgi kaynağı niteliğiyle mal ettiğimiz anda kurulur. Savaş, Tolstoy’dan önce de sayısız edebiyat eserine konu olmuştur. Ama “Savaş ve Barış”ı çevirisinden kendi dilimizde okuduğumuzda ve savaşa bir defa da Austerlitz Savaşı’nın ardından yıldızlı bir gecede gözleri gökyüzüne dikili olarak savaş meydanında ağır yaralı yatan Prens Andrey’in gözleriyle baktığımızda, artık savaşa ilişkin o ana kadarki yaşantılarımıza bakış açımız bağlamında yeni bir kulvar eklenmiştir, ve biz bundan böyle savaş olgusunu her düşünüşümüzde o kulvarı da kullanma gereğini duyarız. Burada sözü edilen bize yabancı bir kültür çevresinden gelmiş bir kulvar ya da bakış açısıdır.

Bir başka örneği de J.W.v.Goethe’den vermek istiyorum. Goethe’nin ‘Akhilleus’ başlıklı yarım kalmış uzun şiiri, Homeros’un ‘İliada’sına paralel bir metin olarak düşünülmüştür ve Akhilleus ağırlıklıdır. Bu metnin dilimize çevrilmesi, eski Yunancadan dilimize Azra Erhat ve A. Kadir tarafından yapılan ‘İliada’ çevirisine göre bize daha farklı bir Troya yorumu sunmaktadır ve bu yorum, bize Alman kültüründen süzülerek gelmiştir.

Bu örneklerin sayısı daha da çoğaltılabilir. Çünkü Almanca, Türkiye’de çevirilere kaynaklık etme bağlamında ‘şanslı’ diyebileceğimiz bir dildir. Özellikle 1940 yılında, o zamanki Maarif Vekâleti bünyesinde ‘Tercüme Bürosu’nun kurulmasıyla ve bu büronun sadece çeviriler yapmakla ve yaptırmakla yetinmeyip, bir de ‘Tercüme Mecmuası’ adı altında aylık bir dergi yayınlamaya başlamasıyla birlikte, klasik Alman edebiyatına ait pek çok eser dilimize ve kültür çevremize kazandırılmıştır. Hatta – yine ilginç bir örnek olarak – Tercüme Mecmuası’nın sayıları arasında tamamı Schiller’e ayrılmış bir özel sayı bile bulunmaktadır. Schiller’in yanı sıra Kleist, Hölderlin, Goethe Novalis vb. gibi, Alman klasik edebiyatına ait pek çok eser dilimize gelmiştir.

Ancak, ‘Türkiye ile Almanya arasındaki kültürel ilişkiler’ diye bir başlık kullandığımızda, başlıkta ‘ilişki’ diye bir kelimenin bulunduğunu bazı bakımlardan dikkatle göz önünde bulundurmamız gerekmektedir.

Bir ilişkinin gerçek anlamda kurulduğunu söyleyebilmemiz, o ilişkinin temelini oluşturacak bir birikimin de yeni kültür çevresinde bilgilenme ve bilgilendirme yoluyla özümsenmiş olması koşulundan bağımlıdır. Başka deyişle, Türkiye ile Almanya arasındaki kültürel ilişkilerin dil ve edebiyat ayağı bağlamında şu soruyu sormamız, kaçınılmaz olmaktadır: Bugüne kadar Almancadan Türkçeye yapılan çevirilerin, yapıcı ve üretken bir bağlamda olmak üzere, Türk edebiyat kültürüne ‘sızması’ ne ölçüdedir? Türkiye’de bu eserleri okuyanların dünyaya ait ‘resimleri’, ne ölçüde değişime uğramıştır? Batıda, özellikle de Almanya’da ‘Alımlama Estetiği’ (Rezeptionsӓsthetik) adı altında gelişen bilim, bu türden soruları konu alır. Türkiye’de bu bilim dalının henüz emekleme döneminde bile olmaması, ciddi soru işaretlerine kaynaklık etmektedir.

Bir ‘ilişki’den söz ettiğimize göre, gerçek bir ilişkinin ancak karşılıklı olabileceği gerçeğini de gözden uzak tutmamamız gerekmektedir: Bu durumda da sorulması gereken soru, şudur: Bugüne kadar Türk edebiyatından Almancaya yapılan çeviriler bakımından durum nasıldır?  Başka deyişle, bu çeviriler nicelik açısından en azından bir karşılıklılık dengesini kurmayı sağlayacak yoğunlukta mıdır? Bu soru önemlidir, çünkü sorunun cevabı şimdilik olumsuz ise, o zaman Türkiye ile Almanya arasındaki kültürel ilişkilerin edebiyat ayağında bir ilişkiden değil, fakat yalnızca Almancadan Türkçeye bir ‘akış’tan söz edilebilir.

© Deutsche Welle

Metin: Ahmet Cemal

Editör : Başak Özay

Ahmet Cemal: Akademisyen, çevirmen, köşe yazarı.