1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Alman vatandaşı İnaç: Suçlamalar kanıtlanmadı

11 Aralık 2018

"Hozan Cane" adıyla tanınan Saide İnaç Türkiye’de siyasi nedenlenden ötürü tutuklu beş Alman vatandaşından biri. "Terör örgütü üyeliği" suçlamasından geçen ay hüküm giyen İnaç cezaevi koşullarını DW Türkçe’ye anlattı.

https://p.dw.com/p/39uDH
Hozan Cane
Fotoğraf: privat

"Hozan Cane" adıyla tanınan Alman vatandaşı Saide İnaç Haziran ayından bu yana İstanbul Bakırköy Kadın Cezaevi'nde tutuklu. Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler nedeniyle Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) düzenlediği bir etkinliğe katılmak için Almanya’dan Edirne’ye giden İnaç önce gözaltına alındı, ardındansa hakkında dava açıldı. İnaç’ın davası üç duruşmada karara bağlandı. Edirne’deki mahkeme heyeti İnaç’ı "terör örgütü üyesi olmak" suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırırken, "Atatürk'e hakaret" suçundan ise beraatine karar verdi. Altı aydan fazla bir süredir cezaevinde olan İnaç avukatı aracılığıyla DW Türkçe’nin sorularını yanıtladı.

DW Türkçe: Altı ayı aşkın bir süredir cezaevindesiniz. Nasılsınız?

Saide İnaç: Cezaevi koşulları zor ve çetin. Alışmak oldukça zor. Ayakta kalmaya ve iyi olmaya çalışıyorum. Ancak ciddi sağlık sorunlarım olduğu için zorlanıyorum. Cezaevinde hastaneye gitmek neredeyse imkansız. Dilekçe vermeniz gerekiyor. Hastaneye gitmek isteyen kişi sayısı fazla olduğu için istenildiği zaman gitmek mümkün değil. Bütün zorluklara rağmen ayakta kalmaya ve yaşam mücadelesini sürdürmeye çalışıyorum.

Cezaevinde bir gününüz nasıl geçiyor?

Saide İnaç: 30-35 kişi aynı ortamda kalıyoruz. Birlikte kalmanın önemli avantajları var. En azından psikolojik olarak yalnızlık hissetmiyorsunuz. Ama ortamın dar olması sorunlara yol açıyor. Cezaevindeki hayat, insanın iradesi dışında. Belirli bir disiplin içerisinde hareket etmek zorundasınız. Ben genellikle çok erkenden kalkıp spor yapıyorum. Bunu aksatmamaya özen gösteriyorum. Çünkü hareket alanı dar bir yerde kalıyoruz. Bu nedenle spor bana iyi geliyor. Saat 07:30’da cezaevi yönetimi sayım yapıyor. Sonra kahvaltı veriliyor. Öğlen ve akşam yemekleri de aynı şekilde. Gece yeniden cezaevi yönetimi tarafından tek tek sayım yapılıyor. Bunun dışında çok yoğun biçimde kitap okuyorum. Öykü yazmaya başladım. Ayrıca daha önce kafamda kurguladığım bir senaryo vardı, onu yazmaya başladım. Eğer koşullarım uygun olursa cezaevleri üzerine de bir senaryo yazmayı düşünüyorum. Burada yani dört duvar arasında üretmezseniz ve kendinizi başka çalışma alanlarına yöneltmezseniz psikolojik olarak çok ciddi sorunlarla karşılaşabilirsiniz.

Cezaevinde kaldığınız hücreyi tanımlar mısınız? Nasıl bir yer?

İnaç: 2-3 metre genişliğinde hücreler var. Bunların içinde karşılıklı ikişer kişilik iki ranza bulunuyor. Yani alt-üstlü toplam 4 kişi kalıyor bir hücrede. Benim kaldığım hücrede 3 kişi kalıyoruz. Koşullara ve tutuklu sayısına göre bazen 3 bazen 4 kişi aynı hücrede kalıyoruz. Kışın soğuk ve bu durum ciddi sağlık sorunlarına yol açıyor. Nemli hücrelerde kalanlar çok daha fazla zorlanıyor. Ben ilk iki ay böyle bir yerde kaldım ve çok zorlandım. Ama şu an kaldığım hücre tipi oda nispeten daha iyi.

Cezaevinde en çok neyi özlüyorsunuz?

İnaç: En çok özgürce gökyüzüne bakmayı özlüyorum. Dostlarımla ve arkadaşlarımla sokaklarda özgürce gezmeyi ve yarım kalan sanatsal çalışmalarımı özlüyorum. Kızımla birlikte olmayı ve ona sımsıkı sarılmayı özlüyorum.

Davanız üç duruşmada bitti. Avukatlarınız mahkeme heyetini dava süresince hiçbir taleplerinin kabul edilmediği gerekçesiyle eleştirdi. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

İnaç: Evet mahkemem çok hızlı sonuçlandı. Benimki gibi davalarda bu alışılmış bir durum değil. Avukatlarımın sunduğu hiç bir talebin kabul edilmemesi, aslında mahkeme heyetinin benim hakkımda önceden bir karar verdiğini gösteriyor. Küçük bir örnek vereyim; ben facebook sayfamda ZDF Televizyonu‘nun Türkiye ve Kürtler üzerine yayınladığı kısa bir belgeseli paylaştım. Savcı, bu belgeselde hem Atatürk’e, hem de Türk devletine hakaret ettiğimi belirtti. Ancak ne savcı ne de soruşturma ekibinde Almanca bilen, anlayan kimse yoktu. Avukatlarım bunu savcıya sordu: Almanca yayınlanan bir belgeseli anlamadan nasıl "hakaret" içeriği taşıdığı kanısına vardınız? Tabii cevap yok. Ya da savcı benim 1,5 yıl kadar gidip Rojava’da kamplarda (YPG) kaldığımı iddia etti. Avukatlarım bunun tespiti için Almanya’da gümrük kapılarından giriş-çıkışlarımın istenmesini, hatta cezaevinde bulunan pasaportumun fotokopisinin istenip incelenmesini talep etti. Ancak mahkeme heyeti bunu da reddetti ve ceza verilirken de 1,5 yıl gidip kamplarda kaldığımı gerekçe olarak gösterdiler. Kısacası bana yöneltilen suçlamaların hiçbiri ne kanıtlandı, ne de mahkeme bunların kanıtlanması yönünde çaba sergiledi.

Dava süresi boyunca Almanya’dan, Alman makamlarından destek gördünüz mü? Bu desteği yeterli buluyor musunuz?

İnaç: Alman yetkililerine ve özellikle İstanbul Alman Başkonsolosluğuna ve hukuk bölümü çalışanlarına çok teşekkür ediyorum. Dava süresi boyunca benimle yakın ilgilendiler. Ancak esas mesele Almanya ve Türkiye arasındaki hassas ilişki. Berlin’deki hükümetin benim durumumu yakından takip etmesi ve bu hukuksuzluğun üstüne gitmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü benim gibi Alman vatandaşlarına ceza verilme eğilimi giderek artıyor. Davamın bundan sonraki aşaması istinaf olacak. Bu sürecin Alman hükümeti tarafından dikkatlice takip edilmesini istiyorum. Gerekli diplomatik ve politik duyarlılık gösterilmezse, örgüt üyeliği cezasını onaylamaları süpriz olmaz.

Hülya Topcu

 © Deutsche Welle Türkçe