1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

"Türkiye’de milliyetçilik yükseliyor"

Söyleşi: Nihat Halıcı2 Mayıs 2005

Mersin’de bazı gençlerin Türk bayrağını yırtma girişimi üzerine başlayan tartışmalar, Türkiye’de milliyetçilik tartışmasının yoğunlaşmasına neden oldu. DW’den Nihat Halıcı, konuyu ODTÜ öğretim görevlisi Doç. Dr. Helga Rittersberg-Tılıç ile konuştu.

https://p.dw.com/p/AarG
Mersin olayları Türkiye çapında bayrak kampanyasına neden olmuştu
Mersin olayları Türkiye çapında bayrak kampanyasına neden olmuştuFotoğraf: AP

Türkiye’de bir süredir yürütülen milliyetçilik tartışması, zaman zaman sokakta ve günlük yaşamda şiddet olaylarına dönüşebiliyor. Siyasette milliyetçi ve sağ etkinin artış kaydetmesinde pek çok faktör rol oynuyor. Doç. Dr. Helga Rittersberg-Tılıç, bu faktörleri, yaşanan olaylarda kimlerin sorumluluğunun bulunduğuna ve muhtemel tehlikelere dair görüşlerini ifade etti.

- Türkiye’nin siyasi gündeminde Amerikan aleyhtarlığı, Mersin ve Trabzon olaylarıyla birlikte uzun süredir milliyetçilik tartışması yürütülüyor. Bir bilim insanı gözüyle baktığınızda, bunun adını milliyetçilik mi koymayı tercih edersiniz, yoksa yoksulluğun neden olduğu, milliyetçilik olmazsa, belki dincilik ya da aşırı solculuk mecrasında patlayabilecek bir toplumsal tepkiyle mi yüz yüzeyiz?

DOÇ.DR. RİTTERSBERG-TILIÇ: Özellikle bu son olaylarla birlikte bence çok yoğun bir bağlantı, ülkenin iktisadi durumunun pek iyi olmadığını, yoksulluğun arttığını, işsizliğin arttığını... Bu demek ki, daha çok içsel faktörlerden kaynaklandığını düşünüyorum. Ama tabii ki paralelinde dışsal faktörler de önemlidir. ABD karşıtlığı veya çalkantı yaratan AB üyeliği de önemli bir unsurdur. O anlamda tabii ki Türkiye’de yeniden bir milliyetçilik tartışmasının önem kazanması, bence bu üçlünün bağlantısının içinde görmemiz lazım. Ama başka şeyler de buna eklenebilir: Bayrak olayı ya da birkaç gündür yaşadığımız Kardak olayı... Ya da genel olarak Kıbrıs sorunu ya da uluslararası düzeyde tartışılan Ermeni sorunu tabii ki bunlar hepsi önemli etkenlerdir. Ama milliyetçiliği, bir ulusçuluğu belki de doğal olarak bir ulusun doğal olarak var olan belki de daha çok kültür ile, biraz Alman geleneğinden gidersek, kültür geleneğinden gelen din-ulus modelinden, bu da milliyetçiliği daha çok Türkiye’de bir özgünlüğü de bunu daha çok bir fundemantalizm olarak yorumlayabiliriz. Bu demek ki dini fundemantalizm olarak görebiliriz. Ya da işte farklı şekillerde radikalleşme olarak da alabiliriz. Bu tabii Türkiye’de özellikle aşırı sağ partileriyle ya da eskiden faaliyette bulunan ülkücü hareketiyle birlikte tartışılan bir konu. Çünkü buradaki o bayrak olayı aynı zamanda bayrak olayı Türkiye’nin ulus milliyetçiliği tartışırken onun yanında başka semboller de ekleniyor. Bu semboller örneğin ülkücülüğün sembolü. Tabii ki başka şeyleri çağrıştırıyor. Artık din-millet-vatan sevgisinin ötesinde daha çok ırki farklılıkların vurgusu.

Türkiye’de özellikle son zamanlarda etnik kimliklerle birlikte tartışılıyor. Ermeni sorunu, Kıbrıs meselesi, Kardak meselesi. Şu anda yine iki balıkçının Kardak adalarına yaklaşması ne tür gerginliklere yaratıldığını. Paralelinde biraz moral-panik yaratılıyor. İşte bu Kavgam kitabının okutulması, bestseller olması. Orhan Pamuk’un eserlerinin yakılmasının istenmesi. Bu tür tartışmalar belli bir gerginlik yaratıyor. Aslında milliyetçiliğin arkasında yatan daha çok, ırk-din meseleleri ön plana sürülüyor. Bu tabii ki özellikle etnik kimlikleri, tabii ki azınlıkların arasında belli korkular yaratıyor. Genel olarak medya şu anda sakinleşti. Medyatik boyutu azaldı. Çünkü medyanın rolü de çok önemliydi. Özellikle bu kadar spontan bir hareket olarak gösterilmesi belki de büyük bir tehlikedir. Orada ne kadar provakyon olduğunu ya da olmadığını çok net anlaşılmıyor, sadece halkın tepki göstermesi. Bunlar riskli şeyler. Bunları siyasetçilerin düşünmesi gerekli. Medyanın rolü o anlamda çok masum değil.

- Barlarda istek şarkısı tartışmaları karşılıklı kurşun sıkılan Kürt-Türk çatışmalarına dönüşebiliyor, sıradan maç kavgaları yine etnik kökenlerin hedef alındığı şiddet olaylarına uzanabiliyor. Bu olaylarda bir tırmanma, vahim bir gidişat var mı, yoksa Türkiye, kendi içinde bu gerginlikleri zaman içinde aşabilecek bir yapıya mı sahip?

DOÇ.DR. RİTTERSBERG-TILIÇ: Genel olarak iyimser bakmayı tercih ediyoruz. Şu anda tabii ki Kavgam kitabının bestseller listesinde bulunmasından başlayıp sizin sıraladığınız faktörleri de ekleyince gerçekten böyle bir paniğe kapılabiliriz. 20-30 yıl önce yaşananlar olayların nereye yansıyabileceğini ortaya koydu. Bu olaylar Türkiye’nin gündelik hayatında da önemli bir yer tutuyor. Bu anlamda şu anda panik yapmaya gerekli bir nokta görmüyorum. Ancak önemli olan gerçekten siyasi liderlerin, özellikle de muhalefet partilerinin bu konuda yeterince karşıt olan bir söylemde bulunmadıkları... Bunu büyük bir eksiklik olarak gerçekten görmemiz gerekiyor. O anlamda bu tür olaylar kolaylıkla şiddete dönüşebilir. Ancak şu anda hemen böyle bir tehlikenin olduğunu da düşünmüyorum. O biraz fazla abartılı olur. Birkaç sene öncesinden daha fazla bir tepki var. O doğal. Örneğin 5-6 sene önce bayrak olayında kimse bu derece şiddetli bir tepki göstermezdi. İki üç tane gencin böyle bir faaliyette bulunmasını tabii ki kimse hoşgörmezdi ama tabii ki şiddete dönüşmezdi.

- Siz Türkiye’de siyasetçilerin, ilgili tüm tarafların, bu konuya ilişkin üstlerine düşen sorumluluğu yerine getirmediklerini mi düşünüyorsunuz?

DOÇ.DR. RİTTERSBERG-TILIÇ: Bu çok sert bir ifade ama, sonuç olarak gerçekten ilk tepki olarak sert bir tepki göstermediklerini söyleyebiliriz. Uyarılar yapılmış, “lütfen artık bu kadar şiddete dönüşmesin” diye... Ama bence biraz geç kalmış ya da bu uyarı daha erken olabilirdi.