1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Terörle mücadele bitecek gibi görünmüyor

Miodrag Soric11 Eylül 2004

11 Eylül 2001 günü ABD, tarihin en ağır terör saldırısına hedef oldu ve, New York ile Washington’da düzenlenen saldırılarda 3000‘e yakın insan hayatını kaybetti. Terör örgütü El Kaide’nin militanlarının düzenlediği iddia edilen kanlı saldırılardan sonra, ABD Başkanı George Bush, uluslararası terörizme savaş açtı. Ancak 11 Eylül saldırılarının üzerinden yaklaşık üç yıl geçmesine rağmen, bu savaş bitecek gibi gözükmüyor. Deutsche Welle Dış Yayınlar Şef Editörü Miodrag Soric’in yorumu:

https://p.dw.com/p/Aa13

Başkan George Bush sürekli olarak Amerika’nın savaş içinde bir ulus olduğunu vurguluyor. 11 Eylül saldırılarından üç yıl sonra, dünyada kalan son süper güç ABD, tarihinde olmadığı kadar yumuşak karınlı bir görüntü sergiliyor. Irak’ta ölen Amerikan askerlerinin sayısı 1000‘i geçti, Afganistan’da çatışmalar sona ermiş değil ve ABD içinde sürekli terör alarmı veriliyor.

Terörizmin sorumlusu, sınırlar ötesi eylemler düzenleyen ve birbirleriyle bağlantılı olduğu iddia edilen fanatik gruplar olduğu için, terör saldırılarından yüzde 100 korunma söz konusu değil. Bu grupların ortak noktası, kendi ülkelerindeki yolsuz rejimlere ve bu rejimleri destekleyen Batı dünyasına karşı duyulan nefret. Ayrıca sadece Batı dünyasının izlediği siyasi çizgi değil, kültürü ve dini de yoğun tepki görüyor.

Bu fenomen yeni olmasa da, Amerikalılar kendilerine sürekli olarak, bu şekilde şiddete dönüşen nefretin nereden kaynaklandığını soruyor ve Üçüncü Dünya ülkelerindeki dikta rejimlerine destek vererek ve dünyanın geri kalan bölgelerindeki sorunları umursamayarak, bu nefretin körüklenmesinde payları olduğunu görmezden geliyor. Amerikan televizyon kanallarının akşam haber bültenlerine bir göz atıldığında, uluslararası konulara ne kadar az yer verildiği görülebilir. Amerikan kamuoyu, sadece kendisi ile ilgileniyor, dünyanın geri kalanı hakkındaki görüşü ise gayet sabit.

Avrupa hakkında bile görüşler dünden hazır. ABD’den Avrupa’ya bakıldığında, işler kızıştığında İngiltere‘ye “Washington müttefiği”, Fransa‘ya ise “Amerikan karşıtı” etiketi yapıştırılıyor. Amerikalılar’a göre, Almanya da İngiltere ile Fransa arasında bir noktada bulunuyor. Bazı Batı Avrupa ülkelerinin Irak Savaşı konusunda, Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi sorgu sualsiz ABD’nin yanında yeralmaması, Bush yönetimini hayalkırıklığına uğrattı ve iz bıraktı. Örneğin NATO’nun yeri konusunda. NATO, uluslararası terörizm ile mücadelede önemli bir rol oynasa da ve Avrupa’daki Irak Savaşı muhalifleri terör ile mücadele konusunda Washington ile işbirliği yapsa da, ABD’de NATO’nun anlam ve öneminin tartışılması, farklı bir döneme girildiğini gösteriyor.

11 Eylül 2001‘den üç yıl sonra kesin olan bir nokta var: 11 Eylül, tarihi bir olay, bir kilometre taşı, farklı bir dönemin başlangıcıydı. Dünya siyasetinde dramatik değişiklikler oldu. Soğuk Savaş’ın sona ermesinden 15 yıl sonra, dünya yeniden ikiye bölünme tehlikesi ile karşı karşıya. Ve bunun kısmen sorumluluğunu “bizim yanımızda olmayan bizim karşımızdadır” prensibine göre davranan ABD taşıyor. Ama bir yandan demokrasi ve insan hakları için mücadele verdiğini öne sürüp, diğer yandan da diktatörler ile işbirliği yapan bir siyaset ne kadar inandırıcı olabilir ki? Uğruna çarpıştığı idealleri kendi çiğneyen ABD, dünyaya ne kadar örnek teşkil edebilir ki? Guantánamo ve Ebu Gureyb sadece ilk akla gelen örnekler.

Teröre savaş ilan edilmesinden bu yana geçen üç yıl içinde dünya daha emniyetli bir yer olmadı. Aksine. Afganistan’da Taliban birçok bölgede yeniden faal durumda. Başkent Kabil dışında yine savaş ağalarının sözü geçiyor. Baş terörist Usame Bin Ladin hala hür dolaşıyor ve dünya çapındaki taraftarlarının sayısı her geçen gün artıyor. Irak’ta da Amerikalılar’ın dile getirdiği tüm umut ve verdikleri tüm sözlere rağmen, durum ciddiyetini koruyor. Ortadoğu’daki tablo farklı değil, İsrailliler ve Filistinliler hala çatışıyor ve ufukta da barış gözükmüyor. Amerikan yönetimi Ortadoğu’da barışın İslam dünyası için ne kadar önemli olacağını biliyor. Ancak Washington yine de gelişmelere seyirci kalmayı tercih ediyor ve neredeyse hep İsrail’e arka çıkıyor. Amerika’nın dış politikası bu noktada da inandırıcılığını yitirmiş durumda.

Bush’un Arap dünyasına demokrasi getirme sözü zaten, büyük bir şüpheyle karşılanmıştı. ABD’nin izlediği dış siyasi rotayla da, deyim yerindeyse ‚takke düştü, kel göründü‘ ve planın geçerliliği tümüyle yitirildi. Günümüzde sadece hayalkırıklığı hakim. Diplomaside sözler eylemdir. Ama siyasette bu kural geçerli olmamalı ve verilen sözlerin ardından somut adımlar atılmalı.