1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Partilerden yeni seçmen "açılımı"

18 Şubat 2019

Türkiye'de yerel seçimde rakiplerden bir fazla oy alma zorunluluğu partileri "açılım"a zorluyor. AKP’liler şarap tesisi geziyor, CHP dini hassasiyetleri ön plana çıkarıyor. Bülent Mumay'ın analizi.

https://p.dw.com/p/3Dbhy
31 Mart yerel seçimlerinde "açılım" yapanlar arasında AKP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı Binali Yıldırım (sağda) da bulunuyor
31 Mart yerel seçimlerinde "açılım" yapanlar arasında AKP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı Binali Yıldırım (sağda) da bulunuyor Fotoğraf: picture-alliance/dpa/Pool Presidential Press Service

Türkiye’de yükselen kutuplaşma ve siyasal sıkışma, yeni seçmenler kazanmak isteyen partileri "açılım" yapmaya zorluyor. 31 Mart’taki seçim süreci yaklaşırken Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)  yaşam biçimine saygı vurgusu yapıyor ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) dini hassasiyetleri ön plana çıkarmaya başladı.

Seçmenler arasında geçişkenliğin çok daha yoğun olduğu 90’lı yıllarda partilerin bu tarz adımlar atmasına gerek yoktu. Çünkü belli bir ideolojik çerçeveleri olmasına rağmen kitle partileri, içlerinde farklı eğilimleri de barındırıyordu. Bu, kimi zaman partilerde bir kimlik problemine yol açsa da, attıkları adımlar yapay ya da seçim yatırımı olarak görülmüyordu.

Bu tablo, AKP’nin 2002’de tek başına iktidara gelmesiyle hemen değişmedi. Erdoğan da, tıpkı 1983’te Turgut Özal’ın ANAP’ı kurarken yarattığı çerçeveyle yola çıktı. "Demokratik sol, liberal sağ, milliyetçi sağ ve İslami sağ"ı kucaklayarak bir kitle partisi kurmaya soyundu. Bu geleneğin temsilcisi olan ancak 2002’deki seçimlerde yerle bir olan ANAP ile DYP ve DSP’li isimleri yanına aldı Erdoğan.

Bu isimler ile Fazilet Partisi’nden koparken beraberinde getirdiği İslamcı kadroları harmanlamayı başardı. AKP’ye tek başına iktidarı getiren de bu bileşim oldu. 2010’lara kadar partinin içindeki farklı eğilimlerin bir karşılığı vardı. Ancak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın gücünü mutlaklaştırmasıyla AKP farklı eğilimleri bir araya getiren bir kitle partisi olmaktan çok, bir lider partisine dönüştü.

Erdoğan, topladığı kitlesel desteği konsolide etmek için kutuplaşmayı artıran bir söylemi hayata geçirmeye başladı. Kendi siyasi ajandasına uygun olarak kurduğu ya da bozduğu koalisyonlarla, iktidarı ile mesafeli herkesi öcü ilan etmeye başladı. Muhafazakar ve milliyetçi bir söylemle yarattığı kemik kitlenin dışındaki herkesi ötekileştirdi. Vapurda el ele tutuşan gençleri diline doladı, içki içenleri aşağıladı, çocuk yapmayan kadınları eksik ilan etti. Bu söylemle, kendi belirlediği hayat biçiminin dışındakiler ile duygusal bağı kasıtlı olarak kesti.

Gazeteci Bülent Mumay
Gazeteci Bülent MumayFotoğraf: DW

Seçim öncesi "hoşgörü"ye dönüş

Ancak bu söylem, Erdoğan’ın yeni kitlelere ulaşma ihtiyacı duyduğu zamanlarda AKP’ye ayak bağı oldu. Her seçimden önce olduğu gibi 31 Mart öncesinde de "farklı kesimleri kucaklama" ihtiyacı yeniden ortaya çıktı. Özellikle ekonomik kriz nedeniyle kendi kitlesinin fire vermesinden endişe eden Erdoğan, hoşgörü mesajları vermeye başladı.

Erdoğan, her ne kadar ortağı MHP dışındaki partileri çete olarak ilan etse de, geçtiğimiz günlerde bir mitingde şu açıklamayı yaptı: "Bu ülke, tüm renkleriyle, tüm zenginlikleriyle, tüm farklılıklarıyla 82 milyon vatandaşımızın ortak vatanıdır. Bu ülkede herkes, diğerlerinin hakkına, hukukuna saygılı olmak şartıyla dilediği gibi inanabilir, dilediği gibi yaşayabilir, dilediği gibi iş yapabilir, dilediği gibi düşüncelerini ifade edebilir."

Erdoğan’ın bugüne kadarki icraatlarıyla çelişen bu söyleme, AKP’nin büyükşehir adayları da katıldı. Örneğin AKP’nin İzmir adayı Nihat Zeybekci, İzmirlilerin kalbini şarap üzerinden almaya çalışıyor. Denizli’de belediye başkanlığı yaptığı dönemde içkili lokantaların ruhsatlarını iptal eden ve şehir dışındaki “kırmızı bölgelere” sürülmelerini sağlayan Zeybekci, CHP’nin kalesinde seçmenlerin gözünü boyamak için üzüm bağlarında pozlar verdikten sonra şu açıklamayı yaptı: “İzmir şarabını dünya markası yapacağız.”

Seks işçilerinin oyu da istenmişti

AKP’nin İstanbul adayı Binali Yıldırım da Kadıköy’ün meşhur Barlar Sokağı’nı ziyaret etti ve gençlere “Afiyet olsun” dedi. Hoşgörülü bir profil vermeye çalışan Yıldırım, bundan birkaç yıl önce kız ve erkek öğrencilerin aynı bahçede oturması nedeniyle Boğaziçi Üniversitesi’ne gitmediğini açıklamıştı. Farklı kesimlerden oy alma çabası konusundaki en ekstrem adımı, yıllar önce Erdoğan atmıştı aslında. Refah Partisi İl Başkanlığı yaptığı 1989 yılında, yerel seçimler için genelevin kapısını çalmış ve burada çalışan seks işçilerinden partisine oy vermelerini istemişti.

AKP’nin seçimlerden önce "öteki"lere dokunma çabasını CHP’nin de uyguladığı gözlemleniyor. Muhafazakar seçmenlerin gözünü boyamak için yerel seçimlerde ilk kez bir türbanlı kadın aday gösterildi. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, yolsuzluklara karşı söylemini "haram-helal" kavramları üzerinden temellendirmeye başladı, hatta geçtiğimiz günlerde İslam eserleri müzesinin açılışını yaptı.

Muharrem İnce’nin geçen sene 24 Haziran’da yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce kameralar eşliğinde cuma namazına gitmesi, CHP’li adayların kandillere özel afişler asması da, AKP’nin açılım çabalarından farklı değil. Her iki parti, kendi tabanlarına sıkışmamak ve daha fazla oy almak için karşı saflara göz kırpmaya çalışıyor.

Bakalım seçmenler atılan bu adımları ne kadar samimi bulacak? Kimlik siyasetine sıkışan Türkiye’de "açılımlar" mı, yoksa ekonomide yaşanan çalkantılar mı daha belirleyici olacak...

Bülent Mumay

© Deutsche Welle Türkçe